Görüntüleme Tercihi Konu Görünümü | Tam Görünüm
⭐Prophecy⭐VIXX•Hyuk


clock02-06-2016, 04:36 AM
Yorum: #1
Bu konu en son: 02-06-2016 tarihinde, saat: 04:49 AM düzenlenmiştir. Konuyu düzenleyen: -AstreA-
Tanıtım


Bazen bunalırsınız.
Herkesten, her şeyden yorulursunuz.
İnsanlardan uzaklaşmak istersiniz. Yalnız kalmak..

Bazen kaybolmayı dilersiniz..
Ya da kimseye görünmeden yaşayabilmeyi.

Görünmez olmak istersiniz,
Kaçmak istediğiniz sorunlara karşı görünmez olmak..
Kurtulamıyorsanız bile yorulduğunuz için kısacık bile bir ara verebilmek için sahip olduğunuz her şeyden vazgeçebilirsiniz.


Tek dileğim buydu,
Kısa bir süre bile olsa uzaklaşmak, görünmez olmak.
Yorulmuştum.
Hayat, insanlar beni sıkıyordu, bunaltıyordu.
Kaçmak istemiştim.
Kurtulamadığım sorunlardan kaçmak istemiştim.
Ve görünmeyen bir hayalet olmayı dilemiştim.
Ama gerçek olacağını nerden bilebilirdim ki?

Ve şimdi, bir bedenim yok. Daha da kötüsü bir hayatım yok. Üstelik yeni bir sorunum var; 6 dev idol.

Ah bir de, sakın tanımadığınız insanlarla aynı yıldızda dilek tutmayın..

★ VIXX Hyuk ★


Henüz yeniyim, evet ama burayı sevdim. Başka bir yerde yayınlıyor olsam da burada da paylaşmak istedim.
Umarım hikayemi ve VIXX'i çokça seversiniz^^

9.bölüme kadar yazıldı ancak ben yavaş yavaş yayınlayacağım. Yorumlarınızı bekliyor olacağım..Wink
clock02-06-2016, 02:04 PM
Yorum: #2
Bölüm 1 - Kovulmak


"YAH! Mi Rae-ah! Yeter artık, kalk~"
Soo Yeon omzumu delercesine dürterken ben son iki saattir yaptığım gibi kalkmayı ve konuşmayı reddederek kafamı iyice yastığa gömdüm. Eve geldiğimden beri kendimi odama kapatmıştım ve fena halde depresyondaydım. Bundan sonraki bir hafta içinde de çıkmayı düşünmüyorum.

Soo Yeon'un dürtmeleri şiddetini arttırıp artık dayak seviyesine geçiş yaptığında başımdan savmak için elime geçen her şeyi fırlattım. Sevdiği peluş oyuncaklardan biri de duvarı boylayınca beni sallamayı bıraktı. Etrafı toplarken bir yandan da söyleniyordu, "Tanrım! Gerçekten iğrençsin! O leş gibi kıyafetlerle mi girdin yatağa?" Sabah çıkarken yağmur yağıyordu ve iliklerime kadar ıslanmıştım. Kıyafetlerimi değişmediğim için üstümde kurumuşlardı ve gerçekten rezil görünüyor olmalıyım.
"Şuna bak, odayı dağıttığın yetmezmiş gibi Sup Ji'nin de yatağını dağıtmışsın! Cidden ben seninle ne yapacağım? Hem bir de değil iki kişisiniz! Evi çöplüğe çeviriyorsunuz!" O böyle ajummalar gibi (Y/N → Ajumma : Bizim dedikoducu teyzelerin Koreli versiyonu. Yaşlı kadınlar için kullanılan bir terim.) huysuz huysuz konuşurken ben de kendimi kalkmaya zorladım. Saatlerdir sabit bir şekilde yattığım için her yerim uyuşmuştu. Vücudumu bir iki esnettikten sonra ayaklarımı yataktan sarkıttım. Gerçekten berbat hissediyordum. Çok berbat. Gerçekten berbat. Son bir aydır eve kapanıp gece gündüz çalışarak anca bitirebildiğim projem sırf birileri istemiyor diye reddedilmişti. İnanabiliyor musunuz, kendini beğenmiş ukala bir idol yüzünden koskoca bir ayım çöpe gitti! Üstelik itiraz ettiğim için binbir güçlükle girdiğim şirketten de kovuldum.
Uyuşuk bir şekilde yataktan kalktım ve masanın üstündeki kağıtlarımı toplamaya çalışan Soo Yeon'u itirazlarını dinlemeden topladığını sandığı ama aslında dağıttığı odamdan çıkardım. Her ne kadar yatıp tüm gün uyumak ve depresyonuma geri dönmek istesem de yapamadım. Kendimi toplamam ve harika (!) hayatıma geri dönmem gerekiyordu. Daha gidip nazlarını çekeceğim müşteriler ve bolca gülümsemem gereken bir aile yemeği vardı.
Yatağın ve masanın üstüne rastgele attığım kıyafetlerimi toplamaya başladım. Sabah nasıl bir umutla kalktığım ve hazırlandığım geldi aklıma.
Normalde eline geçirdiğini giyen bir insanımdır ama sırf bu projenin sunumu için bir sürü kıyafet denemiştim ve uzun uzun hazırlanmıştım.
Tabii benim tüm bu sevincimi önce yağan yağmur, sonra da patronum kursağımda bırakmıştı.
Düzensiz ve sarsak adımlarla odadan çıkıp banyoya geçtim. Cidden, her tarafım tutulmuş! Aynaya bakmaya korkarak elimi yüzümü yıkadım. Ama hayır, tahmin ettiğimin aksine aşırı-korkunç-insanlıktan-çıkmış gibi bir görüntüm yok. Sadece aşağıdan gevşekçe bağladığım uzun saçlarım kayan tokayla biraz dağılmış ve düzensiz uykunun verdiği göz altı morlukları + hafif çökmüş gözler. Bu kadarcık şeyle öcü olmam değil mi?
Banyodan çıkıp ortak kullandığımız odaya geçtim. Koltuğun üzerinde muhtemelen Hye Jin'e ait olan laptop ve yanında da yığınla buruşuk peçete, boş cips ve abur cubur paketleri vardı. Yine drama izlemiş sanırım. Hıçkıra hıçkıra ağladığı olur izlerken. Neyse. Anlaşılan depresyonun dibini bulan tek ben değilmişim. Pencerelerin sonuna kadar açılmış olması ve kenarda duran siyah çöp poşeti Soo Yeon'un benden önce buraya uğramış olduğunu gösteriyordu. Zavallı Jinnie~
Sabah kahvaltı etmeden çıktığım için karnım gurulduyordu. Mutfağa gidip atıştıracak bir şeyler baktım. Ama bir kutu hazır ramen dışında bir şey bulamadım. (Y/N : Ramen: Güney Kore'de yaygın bir yemek. Noodle olarak da geçer. Bizdeki spagettinin soslu hali diyebiliriz. ) Isıttığım suyu kutuya ekledim, çubuklarımı da alıp odama geri döndüm. Eğer Soo Yeon ya da Sup Ji burda olsaydı kesinlikle odada yedirmezlerdi. Ben ve Hye Jin ne kadar dağınıksak o ikisi de bir o kadar titizlerdi. Bu arada, Yeon-ah nereye kayboldu? Hye Jin'de ortada yok. Yine ne haltlar karıştırıyorlar demeyeceğim. Çünkü ne zaman dile getirsem bir şeyler oluyor.
Yemeğimi bitirip en sonunda kutunun dibinde kalan soslu ramen suyunu da kafama dikip salondaki çöp poşetine basket atmaya çalıştım. Her zamanki Kang Mi Rae şanssızlığıyla tabii ki olmadı. Hatta içinde kalan az miktarda sos da dökülüp halıyı kirletmişti.
Oflayarak kalkıp üstümü değiştim. Saat on bire geliyor ve tam on ikide benim kafedeki mesaim başlıyor. Acele etsem iyi olacak..
******
"Mi Rae, Shi Yoon neden yemiyorsunuz?"
Masada tam karşısında oturduğum kız kardeşimle birbirimize öldürecek gibi bakarken annemi takan yoktu. Hoş, onun da bizi taktığı yoktu ya. Sadece geldiğimiz bu lüks restorantta rezil olmak istemiyordu. Tek yaptığı bu zaten. Arkadaşlarına, sosyeteye ve düşmanlarımıza rezil olmamak için hiç bir şey yokmuş gibi olan her şeyi gizlemek.
Ona uydum. Her zamanki gibi. Bir şey yokmuş gibi gülümseyerek yemek yemeye devam ettim. Ama kahretsin ki bir şey vardı. Hayatımızın her alanında olan bir şey. Kimse görmek istemese de bizim devasa bir sorunumuz vardı. Biz bir aile değiliz. Tüm o sosyete kuralları, iş yemekleri bizi dağıtmıştı.
Ancak biz bunları konuşmak yerine Seul'ün en ünlü restoranlarından birinde oturmuş babamın toplantısını bitirip gelmesini bekliyorduk. Haftalık aile toplantımıza geç kalmıştı.
Onlara işten kovulduğumu nasıl açıklayacağımı bilmiyorum. Zaten babam kendi şirketinde çalışmak yerinde kendi başıma iş bulmaya çalışmama kızıyorken kovulduğumu da söylersem artık hiç bir şekilde izin vermez. Yarın ilk iş eşyalarımı aldırıp beni eve geri getirttirir. Babamdan önce anneme söyleyip tepkisini ölçmeye karar verdim.
Shi Yoon'a tekrar baktım. Ne masadaki gerginliği ne annemin lazer ışınlı bakışlarını umursuyordu. Aslına bakarsanız telefonunda bir şeyler yazıp salak salak sırıtmaktan başka bir şey yapmıyor..

Derin bir nefes aldım ve bunu nasıl söyleyeceğimi düşünmeye başladım. Direk söylemek en iyisi sanırım.
"Omma, ben bugün işten atıldım." (Y/N → Omma: Anne)
Oops! Yanlış zamanlama! Ve sonuç olarak içtiği su boğazında kalmış bir adet kızgın anne. O öksürürken Shi Yoon da sonunda kafasını kaldırmıştı telefonundan. Yüzüme 'Ne oldu?' dercesine baktı. Sorusunu onun aksine sesli olarak cevapladım, "İşten atıldım. Yarın yeni bir iş bakacağım."
Annem kızarmış yüzünü ellerini sallayarak serinletmeye çalışırken ben de gelecek tepkiye kendimi hazırlamaya çalışıyordum.
Nihayet nefesi normale döndükten sonra
"Ne yaptım dedin?" diye sordu. Kang Shin Soo'ya göre oldukça sakin bir soruydu.
"KBS' den kovuldum." diye tekrarladım. KBS'yi özellikle vurgulamıştım.
Bir eliyle başını tutarken diğer eliyle de garsonu çağırdı. "Hah! Şuna da bakın! Nasıl da gururla söylüyor! Onu sormuyorum ben sana. NE HALT YEDİN DE KOVULDUN?"
Az önceki sakinlik şokun etkisiyleymiş. Anlamış olduk. Sessiz başlayıp bağırarak bitirdiği cümlesiyle birlikte yüzünde yaşanan duygu değişimleri net bir şekilde öfkesini gösteriyordu.
"Ben bir şey yapmadım. Şım-"
Öfkeyle sözümü kesti. "NE DEMEK BEN BİR ŞEY YAPMADIM?! SEN YAPMADIYSAN KİM YAPTI?"
Tanrım, bana sabır ver.
"EĞER DİNLEME LÜTFUNDA BULUNURSAN ANLATACAĞIM! Ben bir şey yapmadım. Şımarık bir idol bozuntusu hazırladığım reklam filminin senaryosunu beğenmediği için kovuldum. Benim bir suçum yok."

Kabaca mıydı? Evet.
Saygısız mıyım? Evet.
İşe yaradı mı? Evet.
Onun bağırmasına karşılık ben de bağırmıştım ve bu elit mekandaki tüm o elit gözler üstümüze çevrilmişti. O da bunu farkeder etmez kendini topladı ve yine eski yapmacık tavırlarına döndü.
Doğal olmadığı bir kilometre öteden belli olan üzüntüsüyle , "Anladım tatlım. Biraz abartmış olabilirim. Seni düşündüğümden elbette. Bu işi ne kadar çok istediğini hepimiz biliyoruz." dedi.
Ardından da elini destek olmak istercesine omzuma koydu.
Hayır, kesinlikle işsiz kaldığıma üzülmüyor aksine eve döneceğim için sevinecek bile. Kızdığı şey Kore'nin en ünlü televizyonlarından birinden kovulmuş olmam. Daha doğrusu Kang Shin Soo'nun kızının kovulmuş olması.
"Tanrım! Şimdi arkadaşlarıma ne diyeceğim!? 'Mi Rae KBS' den kovuldu' mu? Anlat, neden kovdular? Yeniden girme şansın var mı? "
Bingo!
Doğru tahmin~
"Projemi kabul etmedikleri için itiraz ettim. Bu nedenle de kovuldum." dedim bıkkınlıkla.
Yüzü bir anda aydınlandı ve "Ah bu iyi. Onlara istifa ettiğini söyleyebilirim!" diye şakıdı.
Göz devirdim.
Shi Yoon'sa kafasını kaldırıp "Omma, kovulmuş işte. Kimseye yutturamazsın bu yalanı. Çünkü aklı başında hiç bir insan KBS' den istifa etmez." diyerek sabahtan beri zaten yerlerde sürünen moralimi iyicene bozdu. Bunları söylerken de imalı imalı bakmayı ihmal etmedi tabii. Suratımı asıp yemeye devam ettim.
Nihayet babam da teşrif ettiğinde benim için özgürlük yollarının yavaş yavaş kapandığını biliyordum. Kapıdan girer girmez insanlar başlarıyla selam vermeye başlamışlardı. Bir taraftan onlara karşılık verirken diğer yandan da ağır adımlarla masaya doğru geliyordu. Yutkundum.
Masaya oturdu. Yemeğini sipariş etti. Servis açılırken hepimizde bir sessizlik hakimdi. Her zamanki gibi.
Annem yeni dedikodulardan bahsederken o sessizce yemeğini yemeye devam etti. Sonunda artık söylemem gerektiğine karar vermiş olacak ki bana bakmadan "Mi Rae'mizin sana söyleyecekleri var hayatım." diyerek sözü bana bıraktı.
Gözlerimi kapattım.
Sakin ol.
Sakin ol.
Sakin ol.
Sesimin güçlü çıkmasını umarak "Baba, ben.." diye söze başladım. Ve bir hamlede sonunu getirdim; "İşten kovuldum."
clock02-07-2016, 06:05 PM
Yorum: #3
Bölüm 2 - Dilek


Bölüm şarkısı: MYNAME & D.O - Day By Day

"İşten kovuldum."
...

Aslında dakika bile olamayacak ama bana asır gibi gelen sessizlikten sonra nihayet babam bana çektirdiği işkencenin yeterli olduğuna kanaat getirmiş olacak ki, "Biliyorum. " dedi sakince.
Ne?
Ve bu tepkiyi sesli halde yansıttım;
"HA?"
Babam her zamanki nezaketini koruyarak çatalını[/size] masaya bıraktı ve ardından da yüzüme bakarak konuştu; "Yarın girişini yapıp başlıyorsun."
4 kelime.
3 saniye.
Ve tüm emeklerim çöpe gidişi.
Ve tüm hayatımın bir kez daha benim hayatım olmaktan çıkışı.
Bu kez olmazdı. Emrivakilerle yönlendirdikleri hayatımın iplerini elime almanın vakti gelmiş de geçiyordu. Bay ve bayan Kang, çocuklarının hayatının onlara ait olduğunu, istedikleri gibi yönetemeyeceklerini anlamalıydılar.

22 yıllık hayatımda bir ilk yapıp, itiraz ettim.
"Yapmayacağım."
1 kelime.
İki saniye.
Sessizlik.
Bu kadar basit miydi? Bitti mi baskı? Bitti mi cehennem hayatı?

Elbetteki hayır, önce annem gülümsemeden son derece uzak, gerilmiş dudakları ve ateş fışkıran gözleriyle "Ne yapıyorsun sen? !" diye tısladı. Ardındansa babam "Peki ne yapacaksınız hanımefendi? Gidip bu kez SBS ile mi kavga edeceksiniz? Yoksa çalıştığın zavallı kafe sana yeter mi sanıyorsun? Sana bir şey söylediğimde onu yapmak zorundasın. Ve yarın istesen de istemesen de başlayacaksın. Senin ordan oraya koşuşturup yıllarca didinerek oluşturduğum itibarımı yerle bir etmene izin vermeyeceğim." diye son noktayı koydu. Bu kadar işte. Umursadığı tek şey itibarı. Ben değil. Biz değiliz.. Gözlerimin yandığını hissettim. Ağlayamazdım. Eğer tüm gün ağlayarak bütün göz yaşlarımı tüketmemiş olmasaydım da yine ağlayamazdım. Ağlamak güçsüzlük gösterir. Kang Min Joo ile yaşama kuralları : Asla ağlama.
Gözlerimi kapattım. Sakin ol.
Sakin ol.
Sakin ol.

Daha en başından pes edecek misin?
Hayır.
Gözlerimi açtığımda hepsi bu sessizliğimi kabullenişe yormuş olacak ki normal bir şekilde yemeklerine devam ediyorlardı. İlgilerini çekebilmek için öksürdüm ve bana yönelen gözlere korkusuz olduğuna inandığım bakışlarımla baktım.
"Yapmayacağım dedim. O lanet olası yerde çalışmayacağım. Gerekirse çöpçülük yapacağım ama asla orda çalışmayacağım. Ne sen ne de aptal sosyete kuralları umrumda değil. Bu benim hayatım ve kendi hayatımı kendi dilediğim şekilde yaşamak istiyorum."
Annem dehşet içinde yüzüme bakarken babamın yüzünde sinirden bir damar seğirmeye başlamıştı.
Peçeteyi aldı, ağzını kibar ama hırslı hareketlerle sildi. Kravatını gevşetti. Bardak doluyor..
Annem yüzündeki daimi yapmacık ifade, sesindeki uyarı tonuyla "Nerde olduğumuzun farkında mısın? Niyetin bir skandal daha mı çıkarmak? Sabahki yeterli gelmedi mi?" diye kibarca (!) uyardı. Oh, evet. Niyetim skandal çıkarıp sizi rezil etmek.
"Nerde olduğumuzun farkındayım. Ama umrumda değil. Ne burdaki insanlar ne de onların arkamdan konuşacakları zerre kadar umrumda değil." diye yanıtladım onu.
Masadaki gerginlik diğerleri tarafından da hissedilmiş olsa gerek, hepsi bize kulak kabartmışlar belli etmemeye çalışarak izliyorlardı.
Hepinizin canı cehenneme.
Babam sıktığı dişlerinin arasından "Yapacaksın." dedi. Ben de onun aksine rahat bir sesle "Yapmayacağım." dedim. Dışarıdan bakıldığında çocuk gibi inatlaşıyormuş gibi durduğumuza eminim.
"Yapacaksın!"
"Yapmayacağım."
...
Sessizlik.
...
Babam ayağa kalktı ve "Bu kadar oyun yeter. Yarın seni odamda göreceğim. Bu geceki tavırlarını bir kereye mahsus affediyorum. Şimdi şoföre söyleyeceğim. Bu gece eve dönüyorsun." diyerek yemek boyunca arkasında beklemiş yardımcısına talimatlar verdi.
Hayır. Susmayacağım.
"Dönmüyorum. Ve bu bir oyun değil. Ben ciddiyim. Orada çalışmayacağım. Sen dedin diye yapmak zorunda değilim. LANET OLSUN! BU BENİM HAYATIM. KARIŞMAYI KESİN!"
Kendimi tutamamış ve bağırmıştım.
Harika.
Artık ilgilendiklerini gizlemeyi bırakmış bir yığın meraklı göz, kardeşimin daha ne kadar açılabileceğini merak ettiğim şaşkın gözleri, annemin lazer ışınlı bakışları ve babamın anlamdıramadığım kadar kötü bakan gözleri.
Harika.
Şu anda tek istediğim yok olmak.
İstisnasız herkesin bakışlarındaki ayıplayıcı ifadeden kaçmak istiyorum.
Gözlerimin yandığını hissettim.
Artık kendimi tutmak istemiyorum.
Artık yapmacık tavırlarla yaşamak istemiyorum.
Yoruldum..
Daha fazla duramayacağımı anladığımda çantamı aldım ve hızlı adımlarla dışarı çıktım.
İçerde oldukları sürece bir şey yapamayacaklarından emindim. Çünkü çıkışımı normal göstermek için yemeklerine devam edecekler ve daha sonra babamın sessizce fısıldadığı emirlerle peşime düşülecekti.
Onlar gelmeden önce izimi kaybettirmek için koşmaya başladım. Kameraların görüş açısından çıktığıma emin olduğumda tam ters tarafa yöneldim. Yemek yediğimiz restoran şehrin dışı diyebileceğimiz kadar ıssız bir yerdeydi bu sayede çevrede fazla insan da yoktu. Artık gözlerimi acıtmaya başlayan yaşları serbest bıraktım ve koşmaya başladım. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Nereye gitmem gerektiğiniyse düşünemeyecek kadar yorulmuştum. Son zamanlarda üst üste yaşananlar beni ciddi manada yormuştu. Önce terkedilmiştim, ardından da daha toparlanamadan üzerime yüklenen yığınla işin altında boğulmuş ve tek hamlede de kovulmuştum.
Son iki ayda yaşananları düşünmek beni daha kötü bir hale getirmekten başka bir işe yaramayacağından düşünmeyi bıraktım. Yaklaşık on dakikadır yürüyordum ve restorandan baya uzaklaşmıştım. Gecenin sessizliğine Han Nehrinin uzaktan belli belirsiz gelen şırıltıları eşlik ediyordu. Saat çoktan gece yarısını geçmişti ve tehlikeli olduğunu bile bile adımlarımı nehre yönlendirdim. Gecenin bu saatinde nehre ya sarhoşlar ya da keşler gelirdi. Ya da benim gibi evsizler..
Köprüye vardığımda nihayet göz yaşlarım durulmuş ve biraz daha sakinleşmiştim. Oradan kaçarak kurtulduğumu sanmıştım ama asıl sorun şimdi başlıyordu. 4 arkadaş birlikte kaldığımız eve dönemezdim, başka bir yere gitmem gerekiyordu. Ama tek arkadaşlarım onlar olduğundan gidecek kimsem de yoktu. Otelde de kalmazdım. Nakit taşımazdım, kredi kartımın izi saniyesinde bulunurdu. Yani bir de para sorunum vardı. Kafeye de geri dönemezdim. Yeni bir yerde çalışmak için de kimliğimi göstermem ve başvurmam gerekiyordu.
Nasıl bir koruma alanının içinde hapis yaşadığımı o an iliklerime kadar hissettim. Kendime ait bir hayatım yoktu. Yaşadığım hayat, ailemin bana sunduğu güvenli yaşam alanından başka bir şey değildi.
Deli cesaretiyle girdiğim bu sokağın çıkışı yoktu ve yapamayınca tekrar eve dönmekten deli gibi korkuyordum.
Derin bir nefes aldım ve kendimi her şeyin düzeleceğine inandırmaya çalıştım.
Kim bilir belki bir mucize olurdu da aniden yok olurdum..
Ben öldükten sonra ailemin haberi duyduğunda vereceği tepkileri hayal etmeye dalmışken bir anda üstüme yığılan adamla yerimde sıçradım. Uzun boylu, genç biriydi ama yüzünde maske vardı. Başınaysa siyah bir şapka geçirip, aynı renk kapüşonunu da üstüne çekmişti. Soo Yeon nefret ederdi böyle yapılmasından. Burda olsaydı, ben uyumsuz giyindiğimde yaptığı gibi gözlerini büyütüp "Tanrım! Seni tanımıyorum." derdi. Adamın omzuma koyduğu başını ittirdim ve kalkmaya çalıştım. Ama sarhoş olmasına rağmen erkek oluşunun getirdiği güçle beni bir yere kaçamadan tekrar yanına oturttu. Korkmaya başlamıştım. Buraya gelmem, yemekte yaptıklarım.. Hepsi hataydı. Hayatımı sevmesemde yaşamayı seviyordum ve bu gece belki de son gecem olacaktı. Ben böyle düşünürken o yanına koyduğu poşeti alıp aramıza koydu ve "Korkma, bir şey yapmayacağım. Sadece benimle iç! Lütfen, buna ihtiyacım var." dedi gözlerime bakarak. İçime oturan öküz gitmiş yerine anlayış ve acıma gelmişti. Belki o da benim gibi bir şeylerden kaçmak istiyordu.. Kim bilir?
Poşetin içi yığınla sojuyla doluydu. (Y/N → Soju: Güney Kore'de yaygın bir içki çeşidi.) Benden önce de muhtemelen içmişti. İçlerinden birini alıp açtı, direk kafasına dikip fondip yaptı. İçmeye alışık olmadığı buruşturduğu yüzünden belliydi ama dayanıklıydı da sanırım. Ona uyup ben de bir tane aldım poşetten ve kafaya diktim. Onun kadar hızlı fondip yapamasam da ilk kez içen biri için hızlı olduğumu düşünüyorum. Evet, bu ilk içişim. Şimdiye kadar katıldığım tüm davetler de dahil hiç içki içmemiştim. Ve muhtemelen bu geceden sonra da bir daha asla içmeyecektim. Çocukluğum nefret etmeme yetecek kadar kötü anıyla doluydu zaten. Hem aile hem de vücut sağlığına gerçekten zararlı olduğuna inanıyorum. Ama bu gece, sadece bu gece bir kaçamak yapmak istemiştim. Unutmaya, huzura ihtiyacım vardı. Yanımdakinin de. Adını bilmiyordum, sormalı mıydım? Sinirlenip bana zarar verir miydi? Dayanamayıp sordum. Ama adını söylemedi, sadece "Han de bana. Bay Han." dedi.
Bay Han ile deli gibi içiyorduk. Her ikimiz de acemiydik ama kaçmaya ihtiyacımız vardı. Arada söylediklerinden anladığım kadarıyla kalabalığın içinde yalnızlık çekiyordu. Ne zaman bir isimden bahsedecek olsa son anda kendini engelliyor, konuyu değiştiriyordu. Ya hapishaneden kaçmış bir suçluysa? Ya tehlikeli işler peşinde bir mafyaysa? Aklıma gelen ihtimalleri umursamadan yanında oturmaya devam ettim. Hayatımda ilk kez birinin bana ihtiyacı vardı ve ona yardım edecektim. Bu arada rahat içmek için yüzündeki maskeyi çıkarmıştı ama yüzünü bana göstermemeye çalışıyordu. Belki de bir yarası vardı yüzünde ve onu gizlemek için maske taşıyordu. Ona saygı duyarak bakmadım ben de. Vakit ilerliyor, saat nerdeyse gece 2'ye geliyordu. Arabalar artık geçmez olmuş, nehrin şırıltıları dışında bir ses duyulmuyordu. Yanımdaki adamdan da dakikalardır ses çıkmıyordu. Uyuyakaldığını düşünerek ona doğru döndüm. Niyetim yüzüne bakmak değildi, sadece uyuyup uyumadığına bakacaktım ama o ben daha bakamadan yüzümü çevirdi ve maskesini taktı. Bitirdiğinden emin olduğumda tekrar ona doğru döndüm. Yüzünde görünen tek yer gözleriydi. Ve fazlasıyla....derin bakıyorlardı. Güçlükle de olsa gözlerimi onunkilerden koparıp önümüzdeki nehre çevirdim. İçkinin yan etkileri olmalıydı. Normalde asla etkilenmeyeceğim şeylerden etkilenmeye başlamıştım. Bay Han, -ki kesinlikle "bay" olmaktan çok çocuk gibi duruyordu- bacaklarını uzatıp betonun üzerine uzandı. Her ne kadar tehlikeli olsa da dayanamayıp ben de ona uydum.
Hava sıcaktı ve bunaltıcıydı, betonsa soğukluğuyla rahatlatıyordu. Birlikte gökyüzündeki yıldızları izlemeye başladık. Dışarıdan gören biri sevgili olduğumuzu düşünebilirdi. Ama umrumda dahi değildi, sadece burdaki huzuru kaybetmek istemiyordum. Bunu sağlayan Bay Han mıydı yoksa içimdekileri artık taşıyamayıp da tüm zehrimi kusmam mıydı bilmiyordum. Sadece kaybetmemek istiyorum.
Gözlerim gökyüzündeydi ama gördüğüm yıldızlardan bambaşka şeylerdi. Çok değil iki ay önce bu hayata katlanmamı sağlayan biri vardı. Aklıma beni terk eden sevgilim gelince benden izinsiz bir göz yaşı akıverdi. Bay Han nasıl farketti bilmiyorum ama bir anda baş parmağıyla sildi. Gözlerim şaşkınlıkla açılırken o "Hey! Seni sulugöz, yeter artık ağlama. Bu gece bizim gecemiiiz! Bak yıldız kayıyor! Hadi dilek tutalıığm~" diyerek başımı kayan yıldıza çevirdi. Şans eseri yıldızın kayışını görmüştüm. Hızlıca dileyecek bir şeyler düşündüm. Aklıma gelen tek dileği diledim.
Daha sonra Bay Han'a baktım. Gözlerini kapatmış dileğini diliyordu. Bitirdikten sonra bana baktı,direk gözlerime bakıyordu, kaçırma ihtiyacı hissettim ve önüme döndüm.
"Ne diledin?" diye sordu ve cümlesini bir hıçkırıkla tamamladı. İyiden iyiye sarhoş olmuştu. "Söylemeeeeğm~" dedim ben de. Ondan çok da farkım yoktu hani. Kelimelerim istem dışı uzuyor ve gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum.
"Derler ki, eğer iki insan aynı yıldızda aynı dileği tutarsa onların dileği daha çabuk kabul olurmuş." diye uzun ve yer yer hıçkırıklarla kesilen bir cümle kurdu. Onunla aynı yıldızda dilek tutmuş olabilirdik ama aynı dileği tutma gibi bir ihtimal binde bir bile değildi.
"Böyle efsanelere inan- hıgh mıyorsun değil mi hıgh Bay hıgh Han? " deyip gülmeye başladım.
"Bayan hıgh Sulugöz neden inan- hıgh mayayım?"
Sözlerinin aksine o da gülüyordu benimle.
"Aynı yıldızda tuttuysak bile dileklerin aynı olmadığından eminim." dedim kendimden emin bir şekilde. Ya da en azından ben öyle olduğumu düşünüyorum.
"Ben kadere inanırım bayan.." dedi sakin ve ciddi bir sesle. Yutkundum. Ama hemen peşinden yine deli gibi gülmeye başladı. Kendimi tutmayı bırakıp ben de ona katıldım.
Bu gece, sadece içimden geleni yapacaktım. Yarın uyandığımda yüzleşmem gereken sorunlarıma belki yenileri eklenecekti ama şimdilik tek istediğim anı yaşamak...

**************

Sesler geliyordu. Başımı yastığa gömmek ve uykuma devam etmek istiyordum. Ama tiz sesli bir erkek son ses şarkı söylerken nasıl başarabilirdim ki? Bir dakika.
Erkek?
Delirdim sanırım. Evde bir erkeğin ne işi olabilir ki? Olsa olsa Soo Yeon'un açtığı şarkılardan biridir. Ses de benziyor zaten. Kafamı gömmek için yastık aradım ama yoktu.. Lanet olasıca yastık hangi cehenneme kayboldu ki?
Aramak ve uykuma kaldığım yerden devam etmek için tüm gece ağladığımdan şişen gözlerimi güç bela açtım. Başım feci bir biçimde ağrıyordu. Kıyafetlerimi değişmemiştim. Güçlükle yattığım yerden kalktım. Tam arkamı dönmüştüm ki gördüğüm şeyle donakaldım.
Şaşkınlığın verdiği şok geçer geçmez, " Tanrım! Seni pis sapık evimde ne işin var?!" diye çığırdım. Her ne kadar bana itaat etmek istemeyip manzarayı izlemek isteseler de hızla gözlerimi kapatıp arkama döndüm. Evimde yarı çıplak bir adam vardı ve utanmadan bu şekilde dolaşıyordu. Tanrı aşkına! Bu evde dört tane genç kız yaşıyor! Nasıl bu halde dolaşabilir? Ve asıl soru, eve nasıl girdi? Yoksa? Az önceki ses onun muydu?
Burda ne işi vardı?
Giyindiğini düşünerek tam arkamı dönmüş hesap soracaktım ki ondan beter durumda beline havlu dolamış daha uzun bir adamın da geldiğini gördüm. Deminkiyse beni duymamış gibi mırıldanarak elindeki fotoğraf makinesiyle uğraşıyordu. Havlulu olan beni göstererek "Ne oldu?" diye sordu. Sesi....mükemmeldi. Tanrım! Nereye düştüm ben?
Fotoğrafçı çocuk bana bakmadan "Tüm gece içmiş, şimdi de uyanmıyor." dedi. Tam ona bunu nerden bildiğini soracaktım ki biri kapıyı çalmadan direk içeri daldı ve bana doğru koşarak geldi. Diğerleri gibi uzun ama biraz esmer tenliydi.
" Hyuk-ah! İronaaaa ~ " (Uyan ~)
O.O

---
clock02-27-2016, 11:47 PM
Yorum: #4
Bölüm 3 - Bay Han

Bölüm Şarkısı : VIXX - Eternity

Kulağımdan kayan mikrofonu düzelttim ve son bir kez aynada kendime baktım. Birkaç dakika sonra sahneye çıkacaktık. Üyelerin nerede olduklarına ve ne yaptıklarına bakmak için bulunduğum odadan çıktım. Leo hyung* her zamanki gibi kulağında kulaklığıyla soyunma odasındaki koltuklardan birine uzanmış müzik dinliyordu. Ona seslenip sahne sırasının bizde olduğunu söylemeyi düşünsem de sonra bunu benim yerime liderin yapması gerektiğini düşünüp vazgeçtim. Lider demişken, N hyung sabahtan beri ortalarda yok. Bu son zamanlarda iyice boşladı bizi. Yanımdan geçip az önce benim çıktığım odaya giren Ravi hyunga seslenip"Hyung! N hyung nerde?" diye sordum.
Başını çevirip seslenenin kim olduğuna baktıktan sonra tekrar elindeki kağıtlara döndü. "Bilmiyorum Hyuk~"
Pekala.
Fanların sesi daha ne kadar bağırabileceklerini merak ettiğim bir seviyeye gelince sahneden inenlere baktım. Performanslarını bitiren çaylak gruptu. Bundan sonra bir grup daha çıkacaktı bizden önce. Beni farkeden çaylaklar gelip selamladılar.
"Annyeonghaseyo* sunbae-nim*!"
Sunbae... Hala alışamadım buna. Hep en küçük olduğum için birilerinden daha tecrübeli olmak garip hissettiriyor. Onların selamına karşılık verdim ve arama işime geri döndüm.
Hongbin&N&Ken hyunglar ortalıkta yoktu. Leo hyungunsa kalkmaya niyeti yok gibiydi. Gidip onu kaldırdım ve içerden Ravi hyunga seslendim.
Sunucu adımızı anons etmeden önce ortalıktan kaybolan üç üyeyi bulmamız gerekiyordu.
Her birimiz ayrılıp birini arayacakken N hyungun bizi çağırmasıyla aramamıza gerek kalmadan sahneye çıkan merdivenlerin önünde toplandık. Liderimiz olarak her şeyimize dikkat eder, her daim yakından ilgilenirdi bizimle ama bugün fazlasıyla yorgun görünüyordu. Makyajla kapatılmaya çalışılmış olsa da gözlerinin çökmüş görüntüsü ve altındaki mosmor halkalar ben burdayım diye bağırıyordu.
O sahnede nerede ne yapmamız gerektiğini son kez tekrarlarken ben onu incelemeyi bırakıp Leo hyungu izlemeye başladım. Bir taraftan N hyungu dinlerken diğer taraftan da mikrofonuyla uğraşıyordu. Yüzü her zamanki gibi ifadesizdi.
Yurtta ya da kameralar yokken bizimle rahat olsa da böyle ortamlarda gergin olurdu ve onu güldürmek deveye hendek atlatmaktan zor hale gelirdi. Hemen yanındaki Ken hyunga çevirdim bakışlarımı, lideri takmadan Hongbin hyungla bir şeyler hakkında tartışıyorlardı. Ravi hyungsa ilk gireceği için sesini kontrol ediyordu. N hyung dinlenmediğini fark ettiğinde Ken&Kong* ikilisine çemkirmeye başladı. Ve Ravi hyungun ensesine vurup dinlemesini sağladı.
N-jumma mod korkun *

Ken hyung da Kenjumma* moduna girip işi mahalle kavgasına çevrince Leo hyung her zamanki coolluğuyla olaya el koydu ve kavga başlamadan bitti.

Program bitip de yurda geri dönerken her tarafım sızlıyordu. Nerdeyse 7/24 pratik yapıyordum ve üstelik gitmem gereken bir okulum da vardı. Yetişmek gerçekten zor. Uykum geliyordu ama yurda yaklaştığımız için uyumak istemedim. Üyeleri incelemeye başladım. Yanımdaki 93-line* oyun oynuyordu.
Ken hyung kafasını arkaya yaslamış müzik dinliyordu. Önümde oturduğu için uyuyup uyumadığına bakamadım. N ve Leo hyunglarsa yorgun düşmüş uyuyorlardı. Menajer hyung da uykulu gözlerle arabayı sürüyordu. Kaza yapmasak iyidir.
Yerimde rahatsızca kıpırdandım. Yanımdaki ikili kendilerini oyuna kaptırmış beni hepten unutmuşlardı. Yaklaşmış olmamıza rağmen daha bir saatten fazla bir yolumuz vardı. Yurda kadar sağ salim gidebileceğimi sanmıyordum.
Fanlara sıkıntıdan öldü derler artık.

Telefonumu şifresini girerek açtım. Kilit ekranında grupça çekindiğimiz bir resim vardı. Leo hyungda dahil olmak üzere hepimizin yüzlerinde kocaman birer gülümseme vardı. Ödül töreninden sonra çekmiştik. Yüzüme yayılan gülümsemeye engel olamadım.
Ravi hyung nasıl farkettiyse "N'oldu Hyuk? Neden gülüyordun? Ne var telefonda? Göster bana!" deyip telefonumu çekti. Son anda ekranı kapattım.
Kendi bildiği şifreyi denedi ama olmayınca
"Yah! Şifren ne?" diye kibarca (!) omzumu dürttü.
"Neden söyleyeyim hyung?" dedim ben de.
En son şifrem Ken hyung tarafından çözüldüğünde olanları hatırladım. Benden büyük oldukları halde çocuklardan farkı olmayan beş ergen adamın olduğu bir yerde ortaya çıkması demek.... O.O

Şimdiki şifremi bulmaları biraz zordu, sayısal şifre yapmıştım. Telefonumu elinden kurtarıp, kulağımdan düşen kulaklığı yeniden yerine taktım ve çalma listeme girdim. Aynı listeyi dinlemekten sıkılmıştım. Dinleyecek bir şeyler ararken gözüm Super Hero'ya takıldı. Tam 3 yıl önce, deli gibi çalışarak yaptığımız ilk şarkımızdı. Açıp dinlemeye başladım.
Ravi hyungun rapiyle başlayan şarkı N hyung ile devam ediyordu. Ben hariç herkesin kısa da olsa solo söylediği bir bölüm vardı. Ben sadece hep birlikte söylediğimiz yerlerde söylüyordum. O zamanlar sesim yeterli değildi ve ergenlik çağlarında olduğum için çatallıydı. Super Hero'yu düşünmek MyDol'u ve elenen üyeleri hatırlattı. Gidişleri gerçekten bizi etkilemişti. Özellikle de benim için zordu çünkü onlara haksızlık yapmış gibi hissediyordum.

Değiştirip Eternity açtım. Klipte oynayan noona* çok eğlenceliydi. Kendi kısmım geldiğinde sesimi dikkatle dinledim,
"Kısa bir süre düşmüş olsak da bunu yapma. Hayır, gitmene izin vermeyeceğim."

Gelişmiş miydim?
Hala aynı mıydım?

Yanımızda Han nehri akıp gidiyordu. Nehir boyunca devam eden yol sonsuzluğa gidiyormuş izlenimi oluştururken sessiz gece ona eşlik ediyordu. Bir anda ileride köprünün kenarında bir karaltı dikkatimi çekti. Başta ne olduğuna anlam veremesem de daha sonra bir kızın karaltısı olduğunu farkettim. Erkek olmak için fazlasıyla narin duruyordu. Gittikçe yaklaşıyorduk ve görüntü de netleşiyordu. Omuzları sarsılıyordu. Ağlıyor olmalıydı. Yanına gidip ağlamasını engellemek istedim bir anda. Ama yapamazdım. Menajer hyungdan arabayı durdurmasını istesem sebebini sorardı. İzin verse bile, gecenin bir vakti orada olan birine ne kadar güvenebilirdim ki?
Bu düşüncelerle yanından geçerken dikkatlice inceledim onu. Şık siyah dizlerinin üzerinde biten gece elbisesi, topuz yaptığı saçları kesinlikle düşündüğüm gibi biri olmadığını söylese de arabadan inemeyeceğimi biliyordum. Arkama yaslandım ve umursamamaya çalışarak uyumayı denedim.

Yurda geldiğimize gram uyku uyuyamamıştım, üstelik kızı düşünmekten var olan uykum da kaçmıştı. Herkes odasına çekilip uyuduktan sonra bile ben hala onu düşünüyordum. Neden ağlıyordu? Yardıma mı ihtiyacı vardı? Sevgilisinden mi ayrılmıştı? Ya orada ona biri zarar verirse?
Bu düşüncelerin beni uyutmayacağını, kızın sağ salim evine gittiğini görmeden bana rahat olmayacağını bildiğim için kalkıp giyindim. Tanınmamak için taktığım şapkanın üstüne kapüşonumu çektim, maskemi taktım ve gecenin soğuğuna adımımı attım. Ehliyetim olmadığı için arabayı alamazdım. Hızlı yürürsem 20 dakikalık bir mesafeydi. Adımlarımı hızlandırıp kızı nasıl teselli edeceğimi düşünmeye başladım.
Teselli etmek pek yapmadığım bir şeydi. Genelde bizi teselli edip moral veren N hyung olurdu ama onunki gibi saçma yöntemlerin hiç işe yarayacağını sanmıyordum. Unutmak için en iyi yolun içmek olduğuna karar verip yol üstündeki bir marketten bir sürü soju* aldım.
Kızın olduğu yere yaklaştıkça kararsızlık ve ne yapacağını bilememe duygusu beni sıkmaya başladı. Yanına gidip öylece otursam, kalkıp gider miydi? Rahatsız etmeden nasıl konuşabilirdim? Keşke N hyung burda olsaydı diye düşünürken aklıma gelen fikirle olduğum yerde zıpladım. Yanımda olmasa bile bana yol gösteren N hyung, bana bu fikri vermişti. Bir aralar Leo hyung her zamankinden daha çok sessizleşmişti, bir sorunu vardı ama anlatamıyordu. Onun dilini çözdürecek şeyin sarhoşluk olduğuna karar vermiştik ama Leo hyung içmeyi sevmezdi. Onu ikna etmek imkansızdı. N hyung da ikna etmeden, bunu yapmak zorunda bırakmak için kendini sarhoş edip ona musallat olmuştu. Yalnız ikisi olduğu için Leo hyung başından savamamıştı ve onunla ilgileneyim derken kendisi de sarhoş olmuştu. Yurda döndükten sonra N hyunga teşekkür etmem gerektiğini zihnimin bir köşesine not ettim.
Düşüncelerim yine N hyunga koşarken bir kez daha onun hayatımda ne kadar çok yeri olduğunu farkettim. Ne zaman kararsız kalsam yardım edip yol gösteren, teselli edip moralimi düzelten ikinci bir anne gibiydi. Yanımda olmasa bile desteğini hissettiğim bir anne.

Sarhoş gibi davranarak gidip kızın yanına oturdum. Beni ancak başımı omzuna koyduğumda farketti. Hızlıca ittirip ayağa fırladı. Ama kaçamadan kolundan yakalayıp yerine oturttum. Gözleri korkuyla büyümüştü ve bana yalvarmaya hazırlanıyor gibi görünüyordu. Gülme isteğimi bastırarak "Korkma, bir şey yapmayacağım. Sadece benimle iç! Lütfen, buna ihtiyacım var." dedim gözlerine bakarak. Gözlerindeki korku yerini yavaş yavaş acımaya bırakırken ben bir kutuyu alıp açtım. Hızlıca içerek ona erkeksi yanımı göstermek istedim ama içmeye alışık değildim. Yine de şansımı deneyip tek dikişte bitirdim. Boğazımı yakıp giden sıvıya yüzümü buruşturmadan edemedim. Bana güldükten sonra o da aynını yaptı. Durumu benden çok daha vahimdi. Daha ilk yudumda suratının şekli değişmişti.
Her ne düşünüyorduysa yüzü şekilden şekile giriyordu. Zihnini okuma isteğiyle doldum birden. Aklını okumak ve onu ağlatan her neyse çekip almak.. Tam dayanamayıp ona ne düşündüğünü soracaktım ki o benden önce davranıp adımı sordu. Söylemeli miydim? Söyleyebilir miydim? Ya sasaeng bir fansa? Garip bir şekilde yalan söylemek de istemiyordum. Han nehrini göstererek,
"Han de bana. Bay Han." dedim.
O nehrin adını söylediğimi sanırken ben aslında soyadımı söylemiş oluyordum. (Han Sang Hyuk)
Kutular birbiri ardına biterlerken hiç bir şey umrumda değildi. İkimizin de umrunda değildi. Hayatımda ilk kez, ihtiyaç duyan değil duyulandım ve ne olursa olsun ona yardım edecektim. Maskemi çıkarmama rağmen saygı duyum bakmayışı asilceydi.
Niyetim onu konuşturmaktı ama benim çenem düşmüştü. Fanımız olmamasını umarak kim olduğumuzu anlamaması için sahne isimlerimizi değil gerçek adlarımızı kullanıyordum konuşurken. Bir süre sonra ben de sustum. Saat nerdeyse gece 2'ye geliyordu. Arabalar artık geçmez olmuş, nehrin şırıltıları dışında bir ses duyulmuyordu. Gözlerimi kapatmış hafif hafif esen rüzgarın tadını çıkarıyordum. Kıpırdadığını hissettim ama yine ses çıkarmadım. Bana yaklaştığını anladığımdaysa hızlıca kafasını çevirip maskemi geri taktım. İdol olmanın kötü yanları.
Yüzüme bakıyordu, dikkatli ve fazlasıyla meraklı. Gözlerime odaklanmış bakışlarında kırgınlık vardı. Ben de en az onun kadar dikkatli bir şekilde onu incelemeye başladım. Masum ama aynı zamanda asi bir güzelliği vardı. Belinin aşağılarına dek uzanan upuzun saçları, ağlamaktan şişmiş gözleri ve sürekli ısırdığını anlatan diş izleriyle dolu kızarmış dudaklarıyla bir periyi andırıyordu. Sadece benim için varolmuş bir peri.

Kafamdaki düşünceleri atarcasına kafamı sallayarak ayaklarımı betona uzatıp kendim de uzandım. Hasta olacağımı bilsem de serin beton rahatlatıcıydı ve gökyüzü kesinlikle izlenmeye değerdi. Yıldızlara her bakışımda aklıma St★rlightlarımız gelirdi ancak bu kez yanımda uzanan hüzünlü kızdan başka hiçbir şey düşünemiyordum. Yeniden gözlerinin dolduğunu ve ağlamaya başlayacağını farkettiğimde o daha başlamadan ben gözünden akan yaşı sildim ve
"Hey! Seni sulugöz, yeter artık ağlama. Bu gece bizim gecemiiiz! Bak yıldız kayıyor! Hadi dilek tutalıığm~" diyerek başını kaydığını son anda farkettiğim yıldıza çevirdim. Yanımda kalmasını ve beni sevmesini diledim. Sonsuza dek bana bağlanmasını isterdim ama yaşadığım hayat izin vermezdi. Kameraların altında geçen bu hayata onu nasıl alabilirdim ki? Görünmeyen bir ruh olsaydı belki bir şansım olabilirdi. Ben de bunu diledim; "Beni sevene dek bir hayalet olsun ve bana mühürlensin."

Bitirdikten sonra ona baktım, o da dikkatlice beni izliyordu ama bakışlarımız kesişince gözlerini kaçırarak önüne döndü.
"Ne diledin?" diye sordum ve hıçkırdım. Lanet olsun.
"Söylemeeeeğm~" diye cevapladı şirince. Geldiğimden beri sadece ağladığını gördüğümden gülümsemesi ve kendiliğinden oluşan aegyosu kalbime ağır bir darbe indirmişti. Hiç bir şey yapmadan onu süzdüğümü farkettim ve toplamak için Ken hyungdan duyduğum bir efsaneyi anlattım.
"Derler ki, eğer iki insan aynı yıldızda aynı dileği tutarsa onların dileği daha çabuk kabul olurmuş."
Her iki kelimede bir hıçkırmamı saymazsak gayet karizmatiktim.

Benim hıçkırmamı taklit ederek,
"Böyle efsanelere inan- hıgh mıyorsun değil mi hıgh Bay hıgh Han? " deyip gülmeye başladı.

Oturur pozisyona geçip cevapladım,
"Bayan hıgh Sulugöz neden inan- hıgh mayayım?"

"Aynı yıldızda tuttuysak bile dileklerin aynı olmadığından eminim."
Neden umutsuzsun?

"Ben kadere inanırım bayan.." dedim sakin ve ciddi bir sesle.
Rahatsız olmuş gibiydi. Oluşan garip havayı bozmak için yine gülmeye başladım. Çok geçmeden o da bana katıldı.
Şarkılarla ve peşpeşe biten şişelerle ikimiz de zil zurna sarhoştuk. Bir süre sonra başını omzuma koydu ve benim kalp atışlarım hızlanmaya başladı. Duymamasını dileyerek sakinleşmeye çalıştım.
"Teşekkür ederim... Her şey için." dedi ve benim cevap vermeme kalmadan uykuya daldı.
Tanrım!
Omzumda uyuyor.
Bu şekilde burda sabahlayamayacağımızı bildiğimden onu uyandırmamaya çalışarak cebimden telefonumu çıkardım. Hangisini çağırsam diye düşünmeye başladım.
N hyung?
Beni mahveder.
Leo hyung?
Dayak yemeden yırtamam.
Ravi hyung?
Kızmaz ama uykusu derin kalkmaz.
Hongbin hyung?
Burayı bulamaz.
Ken hyung?
Kenjumma moduna girip bizi evlendirmeye kalkışabilirdi ama en tehlikesiz de oydu.

Yerimizi uzun uzun tarif edecek kadar ayık değildim bu nedenle konumumuzu atıp "Hyung arabayı alıp gel." yazdım. İçkinin etkisiyle çift gördüğüm harflerle ve elimden düşüp duran telefonla yazmam uzun zamanımı almıştı. Nihayet yolladıktan sonra saate baktım. 4'ü geçiyordu. Gün ağarmadan gelse iyi olacaktı. Bu yoğun güzergahta yanımda bir kızla sarhoş olarak görülmem pek hoş olmayabilirdi. Ken hyungun geldiğinde ikimizi de alacağını bildiğimden bastıran uykuma engel olmayı bırakarak kafamı onunkine yasladım ve ben de uyumaya başladım.
clock02-27-2016, 11:49 PM
Yorum: #5
Bölüm 4 - Ajumma Bozuntusu

Bölüm Şarkısı: Nu'est - Sleep Talking

" Hyuk-ah! İronaaaa ~ " (Uyan ~)
Hyuk?
Uyan?
O.O

"Hyuung~ Birazcık dahaa~"
Arkamdan gelen uykulu sesle, bana seslenilmediğini anladım ve sahibine bakmak için döndüm. Elindeki kamerayla uğraşan uzun boylu bir adamdı. Yanında belindeki havluyla bana bakan biri daha vardı. Dün geceki sırıksa boylu boyunca uzanıyordu yerde. Başındaysa esmer olan bir adam omzunu dürterek uyandırmaya çalışıyordu.
Bu adamları tabir etmek için en uygun kelime sırık sanırım.
Ve belki odun? Sapık?

"Ihm, afedersiniz?"

Dakikalardır bu odada olmama rağmen ne giyinmeye ne de bana cevap vermeye tenezzül ediyorlardı.

"Bayım, nerede olduğumu sorabilir miyim?"

"Bayım?"

"YAH! BURAYA BAKIN ARTIK!"

Bağırmama rağmen kimseden ses yoktu. Beni görmezden geliyorlardı. Onlar beni umursamıyorsa ben de onları takmazdım.
Nerede olduğumu anlamak için kalkıp odadan çıktım.



Kendileri her ne kadar odun olsalar da ev sahiplerini rahatsız etmek istemediğimden çok gezip de kurcalamadım. Öylece kapının önünde durmuş etrafı izliyordum. Bir sürü oda vardı. Ve hepsinin de kapıları kapalıydı.
Bu katta bu kadar oda varken yukarısını düşünemiyordum bile. Bizim küçük çatı katımızla karşılaştırdığımda aradaki fark can acıtıcıydı.
Tam aklımdaki soruların cevaplarını almak için odaya dönecekken havlulu adamın kapıya doğru geldiğini farkettiğimde geçmesi için çekildim ama o beni farketmedi bile. Tanrım!
Yavaş ve rahat adımlarla merdivenlere doğru yürüyordu. Diğer taraftan da hayran kaldığım sesiyle bir şarkı mırıldanıyordu.

Sesi gerçekten de mükemmeldi.
Bilme ihtimalim düşük olmasına rağmen onu dinlediğimi anlamamasını umarak dikkat kesilip ne söylediğini anlamaya çalıştım.

"Nappeun saram aninde~
Noreul saranghaenınde~"
(Kötü biri değilim~
Seni seviyorum~)



Söyleyişindeki melodi tanıdık gelse de şarkıyı bilmiyordum.
Muhtemelen Hye Jin'in evde son ses açtığı kpop şarkılarından biriydi ama kimin söylediğine dair en ufak bir fikrim yoktu. Liseyi ve üniversiteyi yurtdışında okumuştum. Dolayısıyla k-popu ve sanatçılarını çok fazla tanımıyordum.
Sonunda adam deminkilerin aksine hızlı adımlarla merdivenlerden çıktı ve ben de gözlerimi ondan başka her yere çevirme savaşıma son verdim. Neden giyinmiyordu ki? Sesi de kendisi de mükemmeldi ama odunun tekiydi işte.
Tam onun yukarıya çıkıp da odaya girişini anlatan kapı sesinin duyulduğu anda karşımdaki odanın kapısı açıldı ve içeriden esneyen yeni bir sırık çıktı.
Tanrı aşkına!
Bir gözü kapalıydı diğeriniyse ovalayıp duruyordu. Kapıyı kapattıktan sonra duvara yaslandı ve uykusuna ayakta devam etti. Beyaz kısa kollu tişörtünün altından kasları 'ben buradayım' diye bağırıyordu adeta. Kendini yavaşça aşağı kaydırdı. Hala gözleri kapalıydı. Önce oturur pozisyonda uyuklarken rahat edememiş olacak ki halısız parkeye uzandı öylece. Uykusuna devam ediyordu. Benim de uykum vardı, başım çatlıyordu ve aşırı derecede yorgun hissediyordum.
Acaba gece kustum mu diye düşünmeden edemedim. Geceye dair hatırladığım tek şey içerideki sırığın gelip yanıma yerleşmesiydi. Sonrası kesik kesik sahnelerden ibaretti.
Yukarıdan gelen söylenme sesleriyle kafamı merdivenlere çevirdim.
Demin havlulunun çıktığı merdivenlerden bu kez başka bir sırık iniyordu. Suratını ekşitmişti ve garip bir sesle söyleniyordu. Eğer ses tonu biraz daha kadınsı olsaydı ve karşımda duran erkek bedenini görmemiş olsaydım onu yaşlı bir kadın sanma ihtimalim oldukça yüksekti. Ve ah, neden hepsi bu kadar uzunlar?
Daha kaç tane sırık var? Basketbol takımının yurdu falan mı burası acaba? Bay Han, kameralı çocuk, havlulu sırık, esmer tenli, yerde uyuyan ve şimdi yaşlı teyzeler gibi çemkiren yeni sırık.
"Yah! Sizi saygısız gürültücüler! Sizin yüzünüzden uyuyamıyorum. Gece de uyuyamadım zaten!" Teyzeden bozma sırık koridorun ortasında böyle söylenip bağırıp dursa da haklıydı. İçeride her ne yapıyorlardıysa gerçekten çok ses çıkıyordu. İçerden cevap olarak daha çok gürültü gelince odaya girdi, ben de peşinden.
Bay Han uyanmış ve bir taraftan üstündekini atmaya çalışırken diğer taraftan da uykulu gözlerini ovuyordu. Esmer olan onun karnının üstüne uzanmış ve zıplayarak onu bağırttırıyordu. Fotoğraf makineli çocuk da onlara bakarken bağıra bağıra gülüyordu. Bir anda farkettiğim gamzeleri kalbimi tekletti. Belediye çukurundan farksız iki derin gamze her iki yanağından bana 'Bak ben burdayım ve seni öldürecek güçlere sahibim.' dercesine göz kırpıyordu. Gözlerimi güçlükle ondan ayırıp önümde duran teyzeden bozma adama çevirdim. Bay Han'a öldürecekmiş gibi bakıyordu, onun şimdiye kadar ki yumuşak görüntüsünün ardından bu hali... Beni bile korkutmuştu.
Bay Han'ınsa ona bakan adamı farkettiği anda gözleri açıldı ve hızla üstündeki esmeri attı. Rengi kaçmıştı ve "Jaehwan hyung.." dedi korkuyla.

★☆★☆★☆★☆★☆★☆

VIXX- Light Up The Darkness

Soo Yeon korkuyla karşısındaki adamla kadına bakıyordu. Hemen yanındaki Hye Jin ve Shi Yoon ise çoktan gözyaşlarına boğulmuştu. Mi Rae saatlerdir ortada yoktu. Kimse nereye gittiğini ya da ne yaptığını bilmiyordu. Lokantanın kamera kayıtlarında en son otobana çıkarken görülmüş ve daha sonrasındaysa nehrin kenarında o sırada eve dönmekte olan bir balıkçı tarafından 'Ağlayan bir kadın ve yanındaki sarhoş adam' şeklindeki ihbarla bildirilmişti. Ama onun Mi Rae olup olmadığından emin değillerdi.

Bay Kang telefonda konuştuğu kişilere emir veriyordu, Bayan Kang ise şimdiden kaynamaya başlayan dedikodu kazanı için bir bahane bulmaya çalışıyordu. Sabah tüm Seul, ünlü iş adamı Kang Min Joo'nun kızının KBS yöneticileriyle tartışırken çekilmiş görüntüleriyle çalkalanmıştı ve aynı gece restorandan koşarak çıktıktan sonra şimdi ortadan kaybolmasıyla tüm gözler ailesinin üzerine çevrilmişti. Kızları için endişelenmesi gereken aileyse medyaya ne açıklama yapmaları gerektiği konusunda birbiriyle tartışıyordu. Soo Yeon onların gerçekten kalpsiz olduklarını düşünüyordu.
Bayan Kang kocasına dönüp "Okul için tekrar yurtdışına çıktığını mı söylesek?" diye sorduğundaysa bu konudaki kanısı kesinleşmiş oldu, kesinlikle kızlarına dair en ufak bir endişeleri yoktu.
Bay Kang eşinin sorusuna 'aptal mısın' dercesine bakan gözlerle cevap verdi ve ardından, "Yarın çıkıp geldiğinde kime ne diyeceğiz acaba? 'Canı sıkıldı ve döndü.' mü?" dedi bıkkınlıkla ve ardından çalan telefonunu açtı.
"Evet, benim Kang Min Joo.... Evet, kamera kayıtlarını mutlaka kontrol edin... Nehrin yakınlarındaki trafik güvenlik kameralarını da... Hayır, kesinlikle basına sızdırılmasın. Herkesten önce ben izlemek istiyorum.... Tamam, hemen getirin."

Kesik kesik konuşmasını bitirdiğinde konuşulanları duymasına rağmen "Bir haber var mıymış? Görülmüş mü?" diye soran eşine cevap vermeden ayağa kalktı. Onunla beraber içerideki koruma ordusunda da hareketlenme oldu. Adam dışarı çıktığında boşalan odada herkes derin bir nefes aldı. Bay Kang istese de istemese de her zaman ciddi duran, katı kurallı bir adamdı. Ve varlığıyla bulunduğu bütün ortamlarda da bir ciddiyet, girdiği her yerde bir gerginlik oluştururdu.
Onun ve koruma ordusunun çıkışıyla birlikte boşalan odada şimdi Shi Yoon, Hye Jin, Soo Yeon, Sup Ji ve bayan Kang vardı.

Shi Yoon her ne kadar onunla anlaşamıyormuş gibi dursa da ablasına çok bağlıydı ve ortalıktan bu kayboluşu herkesten çok onu endişelendirmişti. Mi Rae restorandan çıktıktan sonra telefonunu bırakıp peşinden dışarı çıkmış ama onu göremeyince yeniden yerine dönmüş ve 'Bir sorun olduğunu çok belli ettiği' gerekçesiyle azar işitmişti. O gece ablasını defalarca arasa da açılmayan telefonlarla korkmaya başlamıştı. Şimdiyse Hye Jin ile birlikte birbirlerine sarılmış ağlıyorlardı.

Soo Yeon ile Sup Ji ise endişeyle birbirlerine bakıyor, bir şey yapamamanın çaresizliğiyle kavruluyorlardı. Mi Rae'den her şeyi beklerlerdi, buna intihar ve sarhoş bir adamla birlikte ortalıktan kaybolmak da dahildi.

Sup Ji, "Her ne cehenneme kaybolduysa bize haber vermeliydi." diye söylenen Soo Yeon'a baktı. Hepsinden büyüktü ve anneleri gibiydi. Özellikle de Rae için çok daha önemli bir yere sahipti. Sürekli kavga etseler, Mi Rae sürekli ondan ve onun korumacılığından şikayet etse de aslında ne kadar bağlı olduklarını bilirdi hepsi. Şimdi güçlü durmaya çalışsa da aralarında en çok onun kahrolduğunu, en çok canı yananın o olduğunu bildikleri gibi.

Daha fazla burda Bayan Kang'ın 'Cemiyettekiler ne der' konulu vaazını dinleyemeyecekti. Ayağa kalktı ve gitmek için izin istedi. Soo Yeon dillendirmese de 'Nereye?' diyen bakışlarla bakıyordu. Omzunu silkip dışarı çıktı ve villanın bahçesinden çıkıp arabasını parkettiği yere yöneldi. Bu arabayı Mi Rae'yle lisenin bitişinde birlikte almışlardı ve ortak kullanırlardı.
Anahtarını kontağa soktu ve arabayı çalıştırdı. Gece Rae'nin eve dönmemesiyle başlayan endişeyle bekleme süresi onu fazlasıyla yormuştu ve şimdi başı çatlayacak gibi ağırıyordu. Eve gidip uyumak istese de vazgeçip arabayı aklındaki yere doğru sürdü..
clock02-27-2016, 11:50 PM
Yorum: #6
Bölüm 5 - Kaza
Bölüm Şarkısı : A6P - Face Off

Bay Han'ınsa ona bakan adamı farkettiği anda gözleri açıldı ve "Jaehwan hyung..." dedi korkuyla.

Onun bu şaşkın ve korkmuş halini görünce gülmeden edemedim. Gece maskesi ve karanlık yüzünü gizlemişti ama şimdi uykudan yeni uyanmış şirin haliyle tam karşımdaydı. İnsanda yanaklarını tutup sıkma isteği uyandırıyordu.

Jaehwan dediği ajumma kılıklının konuşmasına izin vermeden hemen "Hyung ,bak açıklayabilirim. Gerçekten. Ama daha sonra. Şimdi onunla ilgilenmem gerek." dedi. Ardından da etrafına bakınmaya başladı. Beni aradığını anlamak çok da zor değildi.
İnadına saklanmak istesem de ciddiyetimi bozmamak için kendimi tuttum ve beni görebileceği şekilde karşıdaki duvara yaslandım. Beni farkeder etmez hızlıca ayağa kalktı ama uyku sersemi olduğu için dengesini kaybedip yere düştü.
Nihayet kalkıp karşıma geldiğinde odadaki diğer herkes endişeyle ne yapmaya çalıştığını anlamak istercesine dikkatli gözlerle onu izliyorlardı.

" Oh, burdasın.." dedi sesindeki bariz rahatlamayla.
Tam ona cevap verecekken ayağa kalkan esmer gelip Bay Han'a sarıldı ve ben de söyleyeceklerimi yutmak zorunda kaldım.
" Hyuk-ah! Kenchana? "(İyisin?)

Pekala, demek adı Hyuk. Bay Han demekten kurtuldum en azından.
Esmer olan onu sarmalamış ve kafasını okşayıp duruyordu. Hyuk ise debelenip çıkmaya çalışıyordu.
"Hyung, bıraksana ya! Ben iyiyim." diye bağırdığında adam da onu bıraktı.
İlk işi yanıma gelmek oldu ve omuzlarımdan tutup sağa sola çevirerek " İyi misin? Nasıl hissediyorsun? Dün geceyi hatırlıyor musun? " diye peşpeşe sormaya başladı.
Omuzlarımdaki ellerini indirdikten sonra her zamanki soğuk ses tonumla " İyi değilim, başım çatlayacak gibi ağırıyor ve bir grup çılgınla dolu bir evdeyim. Sabahtan beri burdayım ama kimse tek kelime etmedi bana. Konuşmamalarını bırak bi yana, sorularıma cevap bile vermediler." dedim.
Parkta onunla oynamayan çocukları annesine şikayet eden çocuklar gibi hissettirse de doğruları söylemiştim. Ama bu sözlerim üzerine onun kaşları çatılmıştı. Ellerini ittirdiğim için bir süre nereye koyacağına karar veremiyormuş gibi davrandıktan sonra bacaklarının iki yanında tuttu ve " Ah üzgünüm,muhtemelen bana kızdıkları için acısını senden çıkarıyorlardır. Onlara açıklama yapıp seni tanıtırsak sorunun çözüleceğine eminim. Ve şey, gece yanımda uyuyunca buraya getirmek zorunda kaldım. O halinle bırakamazdım. Ke- ah, Jaehwan hyung bizi eve getirdi. Evinin nerde olduğunu söylersen menaje- uhm yani en büyük hyungumuz seni götürebilir. " dedi.
Dediklerinden hiç bir şey anlamamıştım.
Ken?
Menajer?
Nerdeyim ben Tanrı aşkına!

" Menajer? Ken? Burası neresi? Biri açıklayabilir mi artık bana? Ve neden hepiniz bu kadar uzunsunuz? Donutlar aşkına! Nerden çıktınız böyle? " Soğuk maskemi koruyamamış ve merakımı dışarı vurmuştum.

Ve ağh! Ben az önce ' 'Neden bu kadar uzunsunuz' mu dedim ona!?

Neden gecenin bir vakti maskeli bir adamla içmiştim ki?
Neden ancak sarhoşların geldiği bir saatte nehre gitmiştim ki?
Neden ailemle kavga etmiştim ki?
Neden?

Hyuk yere yatıp deli gibi gülmeye başladığında her şey için pişman olmanın vakti çoktan geçmişti.

Ben yerde karnını tutarak gülen adama 'Yeter artık, daha fazla rezil etme beni' diyen bakışlarımla bakarken diğer üçüyse 'Eyvah, bu da gitti.' dercesine bakıyorlardı.
Nihayet susup da ayağa kalktığında esmer olan daha fazla dayanamıyormuş gibi ağlamaklı bir sesle

"Hyuk-aaah~ ne oldu sanaa~..."

deyip koşarak önümdeki sırığa sarıldı ve kollarıyla sımsıkı sarmaladı.

Fotoğraf makineli çocuk da onlara bakarken "Hyuk-ah, iyi misin? Sarhoşken kafanı bir yerlere falan mı vurdun? Neyin var? " diye peşpeşe sorular soruyordu. Ajumma kılıklıdansa ses yoktu.

Nihayet esmerin ahtapottan farksız kollarından ve diğerinin ısrarlı sorularından kurtulup ayağa kalktı.

"N hyung, Hongbin hyung bi dakka. Onunla konuştuktan sonra hepinize açıklayacağım."

N?
Bu ne biçim isim ya?
Hangisi N acaba?
Yabancı mı?

Dilimin ucuna gelen soruları yuttum ve açıklama beklediğimi gösterecek şekilde Hyuk'a baktım.

Farkettiğinde bana doğru eğildi ve kolumdan çekip onların yanına götürdü. "Hakyeon hyung, Hongbin hyung, Jaehwan hyung, bu..." diyerek beni bir tanıştırma girişiminde bulundu.

Ama adımı bilmediği için kalakalmıştı. Kulağıma "Adın neydi?" diye fısıldadı.

Nerdeyse yapıştığı kolumu ondan kurtardım. Tam kendimi tanıtacakken aklıma beni ismimden tanıyabilecekleri ihtimali geldi. O zaman direk aileme teslim ederlerdi. Acilen bir isim bulmam gerekiyordu.

Ben de aklıma ilk geleni söyledim, Hye Jin'in favori aktrislerinden birinin adıydı.

"Annyeonghaseyo~ Eun Hye-imnida. Bangapsumnida."
(Merhaba ~ Ben Eun Hye. Tanıştığımıza memnun oldum.)

Saçma bir şekilde heyecanlı hissediyordum. Ama karşımdaki adamlardan hiç bir tepki yoktu.

Hakyeon dediğinin yüzü bana dönüktü ama boşluğa bakıyor gibi bakıyordu. Adamdaki oyunculuk kabiliyeti hayran olunacak cinstendi gerçekten de.

"Hyung, neden onu görmezden geliyorsunuz? Bana mı kızdınız? Özür dilerim, gerçekten. Ama onun bir hatası yoktu. Ben getirdim buraya. Menajer hyung görmeden götürürüm. Neden böyle yapıyorsunuz? Hongbin hyung sen de mi?" diyerek fotoğrafçı çocuğa döndü.

Bu şekilde benim için özür dilemesi hoşuma gitse de diğerlerinin davranışları gerçekten çok kabacaydı.
Hakyeon ya da N (?) bir deliye bakarmış gibi bakıyordu. Yanındaki adama dönüp "Hongbin gidip Ravi'yi kaldır ordan, hasta olduğunda hiç çekilmiyor. Tabii önce bi giyin. Jaehwan sen de gidip Taekwoon'u çağır da Hyuk'u kendine getirecek bi şeyler yapsın. Anca canı istediğinde mutfağa girer beyefendi. Ben de menajer hyungla konuşup bir psikologdan randevu alayım. Zaten garip davranıyordu, komple gitti çocuk. " dedi.

Hongbin dolaba uzanıp bir tişört alıp çıktı,Jaehwan da çıkıp yerde uyuyan zavallıya çullandı.

Neden sözünün tam tersini yaptıklarını anlamasam da Hongbin'in sonunda giyiniyor olmasına sevinmiştim.
En azından artık mükemmellikten ölmezdim.

Odadan çıkanlara bakıp göz devirdikten sonra Hyuk'un kolundan tutup onu zorla koltuğa götürdü. "Ben menajer hyungla konuşurken sen de biraz dinlen tamam? Taekwoon hyungun gelip seni daha iyi hissettirecek bir şeyler yapacaktır." diyen Hakyeon koşarak yukarı çıktı. Tam o arada Hongbin ve havlulu -neydi adı, Taekwan?- adam aşağı iniyorlardı. Hakyeon onlara çarpıp çıkmaya devam etti.

Hyuk bu kez de kolumdan çekip onların yanına götürdü. "Taekwoon hyung, bu Eun Hye, diyerek kısaca beni tanıştırdı.

Kolumu elinden kurtarıp sevimli olduğunu umduğum bir sesle " Tanıştığımıza memnun oldum efendim." dedim.

Ama yine karşımdakilerde bir tepki yoktu. Yüzleri bana dönüktü ama boşluğa bakıyor gibilerdi yine.

Tuttuğum nefesimi verdim ve Hyuk'a dönerek yavaş yavaş ortaya çıkan sinirimle "Ben gidiyorum. Burda senin ve ağabeylerinin şımarıklıklarından daha büyük sorunlarım var benim." deyip çıkış kapısı olduğunu düşündüğüm kapıya doğru hızlı adımlarla yürüdüm.
Yaşamak için bir yer bulmam gerektiği ve bir de işe ihtiyacım olduğu yeni aklıma gelmişti.
Kızlara da haber vermeliydim ama telefonum yoktu. Dün geceki köprüde kaldığını hatırladım ve anlıma vurdum. Önce oraya gitmeli ve eşyalarımı da almalıyım, hala yerlerindelerse tabii.

Kapının kulpunu çevirdim ve kapıyı açtım. Karşımda bir asansör vardı. Çok yüksekte olmadığımızı umdum, çünkü asansöre binemezdim.

Tam adımımı dışarı attığım sırada kafama çarpan şeyle gözlerim karardı.

Tanrım!

★ ☆ ★ ☆ ★ ☆ ★ ☆ ★ ☆ ★ ☆

Sup Ji için zaman geçmiyordu. Oturduğu yerde, elinden hiç bir şey gelmeden beklerken saniyeler bile asırlara dönüşüyor, her geçen dakikayla endişesi biraz daha büyüyordu.

Ne yaptığına dair en ufak bir fikri dahi yoktu, ve o anki psikolojisiyle her şeyi yapabilecek kapasitede olduğunu en iyi bilen de oydu.

Kimseye tek kelime etmeden çekip gitmiş , ya da daha kötüsü kendini nehrin sularına bırakmış olabilirdi.

Onun öldüğü düşüncesi uykusuzluk, yorgunluk ve uzun süredir gergin beklemenin etkisiyle uyuşmuş zihnine yavaş yavaş yayılırken kalbinin durduğunu, nefesinin tıkandığını hissetti. Günün 24 saatini kavga ederek geçirseler de hayatında Mi Rae'nin yeri çok büyüktü.

Ayağa kalkıp, betonun üzerinde yürümeye başladı. Sürekli geldikleri bu yüksek binanın çatısında geçirdikleri saatler aklına geldikçe gözleri yanıyor ve görüşü bulanıklaşıyordu.

Ondan izinsiz aşağı süzülen ufak damlayla birlikte Sup Ji için artık bardak taşmıştı...

Soo Yeon'sa ağlamaktan şişmiş ve kanlanmış gözlerine rağmen inatla orda kalmakta direten Hye Jin'i eve gitmeye nihayet ikna edebilmiş, onu kapıda bekliyordu.
Kızın gelmesiyle beraber villanın otoparkına parkettiği arabasına doğru yürüdü. Başı çatlayacak gibi ağırıyordu. Eve gidip uyumak istiyordu. Mi Rae salağının eninde sonunda eve döneceğine kendini inandırmıştı.

Her nerdeyse parası bittiğinde ya da kalacak yer bulamadığında bir şekilde eve geri dönecekti ve o zaman Yeonnie'nin öfkesinden kurtulamayacaktı.

Tam anahtarı kontağa takacağı sırada çalan telefonuyla arabanın içine düşürdü. Anahtarı bulup alıncaya kadar da telefon kapanmıştı. Kimin aradığına baktığında numaranın yabancı olduğunu gördü. Geri aramamayı düşünse de önemli bir şey olabileceğini düşünerek arama tuşuna bastı. Mi Rae'den bir haber olabilirdi.

Çalan bekleme müziğini dinlerken bir taraftan da park yerinden çıkmaya çalışıyordu. Nihayet müzik bitip de bir kalın ve tok bir erkek sesi duyuldu, "Seul Merkez Hastanesi, ben Kang Seung Hoon. Ne için aramıştınız?"

Soo Yeon hemen yan koltukta uyuyan Hye Jin'e baktı.
Seul Merkez Hastanesi ' nin onu araması için ne gibi bir neden olabilirdi ki? Düşündüğü tüm sebepler saçma geliyordu.

"Hastanenizin numarasından az önce arandım ancak açamadan kapandı. Neden arandığımı sorabilir miyim?"

Kafasına doluşan şüphelerden kurtulmak için sorduğu soruya karşı taraftan gelen
"Bir dakika bekleyin lütfen." cevabıyla beklemeye başladı.
Gelmesini beklediği yüzlerce saçma cevap vardı, nihayet adamın sesi yeniden duyulduğunda yaptığı sert frenle trafiğin akışını bozmuş, ve kafasını cama çarpan Hye Jin'in uyanmasını sağlamıştı.

"Ah, siz kaza yapan bayan için aranmışsınız. "

Beklediği kesinlikle bu değildi...

★☆★☆★☆★☆★☆★☆
clock02-27-2016, 11:51 PM
Yorum: #7
Bölüm 6 - Kız Arkadaş
Bölüm Şarkısı : Block B - Her

Önümden geçip giden kıza cevap veremeden Taekwoon hyung tarafından incelenmeye alındım.

Yanındaki Hongbin hyung ise bir taraftan endişeli gözlerle beni izliyor diğer taraftan da "Uyandığından beri garip davranıyor. Önceden de kendi kendine konuşuyordu ama şimdi üyelerle tanıştırmaya çalışıyor. Bence yine bizimle uğraşıyor ama N hyung çok endişelendi bebeği* için." diye saçmalıyordu.



(Lider en küçükleri olan Hyuk'a aşırı düşkündür, gruptaki herkesle ilgilenip kollasa da maknaeye karşı ayrı bir zaafı vardır. Grubun bebeği olarak görür tüm üyeler. Ama Hyuk bundan nefret eder, erkeksi olduğunu söyleyip durur. Hongbin de bunu kastediyor.)

Onlara tam bebek olmadığımı söyleyecekken Ravi hyungun çığlığıyla hepimiz o tarafa döndük.

Jaehwan hyung her zamanki gibi onu uyandırmaya çalışırken çıldırtmıştı. N hyung özellikle Hongbin hyungdan istemişti uyandırmasını. Aynı zamanda bu yüzden de dediğinin tam tersini yapmışlardı.

Yanında 3. Dünya Savaşı çıksa uyanmayacak Ravi hyung ile onu delirtmeye bayılan Jaehwan hyung biraraya geldiklerinde oluşan tipik görüntüydü yine karşımızdaki.

Jaehwan hyung uyandırmak için her türlü şeyi yapar ve Ravi hyung eline geçeni fırlatır.

Taekwoon hyung yerde boğuşan ikiliye baygın bakışlar atıp mutfağa geçti, Hongbin hyung da ayırmak için aralarına girdi. Ve tabii ki başarılı olamayıp, Ravi hyungun 'uykudan uyandırılma siniri' nden nasibini aldı.
Sürekli "Yüzüme vurma!" diye bağırıyordu.
İnadına "Hyung iyice vur özellikle yanaklarına. Gamzeleri çöksün de görsün gününü. Seni Jaehwan hyunga bırakan oydu." deyip ordan uzaklaştım.

Göz ucuyla Eun Hye'a baktığımda, kapıdan dışarıya bakıyordu. Çıkmadan onu yakalayamazdım bu nedenle kamuflajlarımızın olduğu dolaba koştum. Dışarda bir fana yakalanmak istediğim en son şeydi. Aceleyle giyinip çıktım, tam o sırada Taekwoon hyung da elinde sıcak çorba kasesiyle mutfak kapısından çıkıyordu. Kapılar karşılıklıydı ve dar koridorda çarpışmamamız imkansızdı.
Ve kaçınılmaz son gerçekleşti. Tam karnımın hizasına gelen tepsideki çorba üstüme dökülmüş ve Taekwoon hyungun kulağındaki kulaklık çıkıp kasenin içine girmişti.
Yanmıştım, ben de çığlığı bastım.
"Hyung ne yaptın sen!"
Karşımdaki adamın gözleri içinde olması gereken çorbanın yarısı üstümde olan kaseyle -ve elbette ki içindeki kulaklığa bakıyordu- bir fanımın hediyesi olan kapüşonlu kazak arasında gidip geliyordu. En sevdiği kulaklıktı.
İşi cazgırlığa vurup kaçmak için yeniden bağırdım.

"Fanımın hediyesiydi bu ama! Mahvettin!"

Tam onu ittirip odadan çıkıyordum ki kafama geçirilen kaseyle kalakaldım.

VIXX'in Yurdunda Yaşama Kuralları 1 : Asla ama asla Taekwoon'u kızdırma.

"Beğenmediysen kendin yap." dedi ve göz devirip odadan çıktı.

İlgili Leo mod : Off

Üstümü değiştirecek vaktim olmadığından o şekilde çıkıyordum ki koridorda uçan eşyalar yağmuruna tutuldum. N hyungun -uçan- çalar saatinden kurtulmak için kafamı eğdim ve salona geçip içeride evi birbirine katan ikiliye bağırdım "Sizi menajer hyunga şikayet edeceğim~~!"
Ama bana gerek kalmadan merdivenlerden inen N hyung yurdun halini görünce bağırmaya başladı, ve telefonda konuştuğu elbette ki menajer hyungdu. Mutfakta işini bitirip çıkan Leo hyung hala bana saydırmakla meşguldü, çünkü en sevdiği kulaklığının içine çorba kaçmıştı. Hongbin hyungsa "Ravi saati burdan attı ama o kapı nasıl açıldı?" diye orta yerde dikilmiş kapıya bakıyordu.
Evi temizlemeye gelen ajumma bizi mahvedecekti, işin garip yanıysa tüm bu hengamenin bir dakikadan kısa bir süre içinde gerçekleşmiş olmasıydı.

Kapıdan gelen düşüş sesiyle birlikte içeride bir sessizlik oluştu.
N hyung telefonla konuşmayı, Ravi&Jaehwan ikilisi koşturmayı, Leo hyung bana saymayı bırakmış herkes kapıya bakıyordu.

Yere düşmüş Eun Hye'i görmemle birlikte kapıya koştum.
Yerde boylu boyunca yatıyordu. Tanrım! Daha uyanalı kaç dakika oldu ki?
Neden bayıldığını anlamak için etrafa baktığımda N hyungun kenarda duran SNSD Seohyun'lu saatini gördüm.

Ravi hyung, bittin sen.

★☆★☆★☆★☆★☆★☆

Gözlerimi açtığımda yerdeydim. Ve tepemde altı meraklı kafa vardı. Benim için endişelenmiş-

Dersem inanmayın.

Ensemdeki sızıyla uyandığımda yanımda Hyuk da dahil olmak üzere kimse yoktu. Kapının önünde boylu boyunca uzanıyordum ve yanımda da bir çalar saat vardı.
Çalar saat?
Çalar saat!
ÇALAR SAAT!

Üzerinde güzel bir kızın resmi vardı. Muhtemelen bir idoldü.
Bir fangirlümüz eksikti! Bu odunların yanına bir de kız gruplarını takip eden manyak bir fangirl de eklersek..

Ne saçmalıyorum ben tanrı aşkına!
Bunlar tanımadığım bir grup delinin evinde bayılmış yerde yatıyorken düşünmem gereken en son şey bile değilken...

Ense kökümdeki ağrı bana neden bayıldığımı açıklıyordu. Yanımdaki duvara tutunarak ayağa kalkmaya çalıştım. Bir an önce bu evden uzaklaşmam gerekiyordu. Ayağa kalktığımda yere çarptığım başım sızlıyordu ve yürümekte zorlanıyordum.
Güç bela attığım birkaç adımdan sonra kapının önünden gelen seslerle durdum.
Yeni birileri daha mı?
Tanrım!

Sesler gittikçe yaklaşıyordu ve kapıya takılan anahtar sesini duyduğumda kapı açılıp da bana çarpmasın diye hemen ordan uzaklaştım.
Ve hemen ardından çekilmemin ne denli gerekli olduğunu kanıtlar biçimde duvara çarpılarak açıldı.
Bu kibarlık karşısında göz devirmek istesem de ciddiyetimi korudum.
Kapıyı açan odun Hyuk'tu ve beni farketmeden içeri kaçmıştı. Hemen peşinden bağırarak gelen Hakyeon ve Taekwan -adı bu muydu? - de içeri girmişlerdi. Kimsenin kapıyı kapamak gibi bir düşüncesi yoktu sanırım. Onların açık bıraktıkları kapıdan ben çıktım.
Daha doğrusu çıkamadım.
Çünkü bir şey gitmeme izin vermiyordu. Sanki...kapının önünde görünmeyen bir duvar var gibiydi.
Şansıma lanet okuyarak içeri girdim ve artık kalmayan sabrımla "HYUK! BİRİNİZ BENİ ŞU LANET OLASI YERDEN ÇIKARABİLİR Mİ ARTIK?!" diye bağırdım.
Cevap geldi mi?
Elbette ki hayır.
Çünkü içeride birbirlerine girmekle meşgullerdi. Yanlarına gittiğimde hiç biri farketmemişti bile. Hyuk Ravi'ye bağırıyor, Ravi ise Jaehwan'ı suçluyordu. Jaehwan ise iyiden iyiye ajummaya bağlamış çemkiriyordu. Hakyeon "Hyuuuuuuk~ ne oldu sanaaaa~" diye dizlerine vuruyor, Hongbin ise kapıya doğru bakıp, "Nasıl açıldı ki?" deyip duruyordu. Aralarındaki tek normalin Taekwan olduğunu düşünüyordum ama o da bezgin bakışlarla önündeki karmaşayı izliyordu. Bu kadar normal karşılaması normal miydi?

Yanına gidip, "Annyeonghaseyo ~ Acaba çıkmam için yardım edebilir misiniz?" dedim sevimlice ama yine cevap vermedi.
Yine.

Sakin ol.
Sakin ol.
Sakin ol.

Şansımı bir de Hongbin'de denemek için yanına gittim ve aynı şeyleri ona da söyledim.
Aldığım tepki, yine aynıydı. Beni görmezden gelip konuşmaya devam etmişti.

"Çok sert attı da ters mi tepti acaba? Ama kilitliydi? Nasıl açıldı ki?"

Salak çocuk.

Başka kime sorabilirdim?
Hakyeon?
Yanına oturtup yasına ortak ederdi kesin.

Jaehwan?
Jaehwan gitmişti zaten, ahjumma vardı.

Ravi?
Hyuk?
Birbirlerini yemekten bana bakmazlardı bile.

Öylece kalakaldığım salonun ortasına çöktüm ve ağlamaya başladım.
Dayanma sınırım buraya kadardı işte.
Amerika'da geçen yıllardan sonra Seul'e alışma sürecinde çektiğim zorluklar, iş konusunda ve daha pek çok konuda babamla zıtlaşmalarımız, bir ayımı alan projemin reddedilmesi, kovulmam... Hepsi üst üste gelmişti ve ben artık dayanamıyordum.

Hayatım boyunca hiç bir zaman gürültüyle ağlayan kızlardan olmamıştım. Çünkü ağlamama izin yoktu. Ağlamak güçsüzlük gösterirdi ve eğer engelleyemiyorsan gizlerdin.
Her şeyi attığım gibi göz yaşlarımı da, hıçkırıklarımı da atardım içime.

Ancak şansım, çektirdiklerinin yeterli olduğuna inanmış olacak ki sonunda Hyuk beni farketti. Tabii bunun için Hakyeon'un Jaehwan'a Ravi'yi rahatsız ettiği gerekçesiyle özür dilettirmesi ve Ravi'nin de Hyuk'tan 'uyku sersemi bile olsa hareketlerinin diğer insanlara zarar verip vermeyeceğine dikkat etmesi' konusunda özür dilemesi gerekmişti.

Yanıma geldiğinde ağlamamın en derin yerindeydim. Her şeyin anlamını yitirdiği, sadece ağlama isteğine karşı koyamadığınız o noktada işte. Önüme çöktü ve yüzümü elleriyle iki yandan kavrayıp, baş parmaklarıyla göz yaşlarımı sildi.
Sonra yanıma geçip başımı omzuna yasladı. Beynim donmuş gibiydi. İtiraz etmem gerektiğini ya da neden böyle davrandığını düşünemiyordum bile.

Sadece ağlamak istiyordum, ki nitekim öyle de yaptım.

★☆★☆★☆★☆★☆★☆

Araba yurdun yolunda hızla ilerlerken diğerlerinin garip bakışları üzerimdeydi, yine.
Eun Hye'in bayıldığını ve bunun çalar saati fırlatan Ravi hyungun suçu olduğunu söylediğimde Hakyeon hyung ve Taekwoon hyung kollarımdan tutup zorla hastaneye götürmüşlerdi. Diğerleri enkaza dönen yurdu toplamak için kalmışlardı. Ve kimse Eun Hye ile ilgilenmemişti. Çünkü onlar onu görmüyorlardı. Bunu geç de olsa farketmiştim, görmezden geliyorlardı çünkü zaten görmüyorlardı.
Beni getirdikleri psikoloğa dün geceden beri olan biten her şeyi anlatmıştım ve sonuç olarak Hakyeon ve Taekwoon hyunglardan 'habersiz dışarı çıktığım ve Kenjumma'yı da kendime uydurduğum, kurtulmak için de yalan söylediğim' gerekçesiyle azar işitip, ceza almıştım. Psikoloğun söylediği tek şey "Ya şizofreni olmuş ya da yalan söylüyor. " olmuştu. Çünkü anlattıklarımın hiç birine inanmıyordu. Hiç kimse inanmıyordu. İşte o zaman sürekli saçma efsaneler ve korkunç hikayeler anlatıp N hyungu korkutan Kenjumma'nın aynı yıldızda dilek tutma konusundaki kehanetinin gerçekleştiğini anladım.
Eun Hye, dileğimdeki gibi hayalet olmuştu.
Ama o şeyin gerçekleşmesi için, ikimizin de aynı şeyi dilemesi gerekiyordu.

Peki ben o gün tam olarak ne dilemiştim?
Ağlamaması için ona kayan yıldızı gösterdiğimi, birlikte dilek tuttuğumuzu, ancak hayalet olursa yanımda kalabileceğini düşündüğümü ve sonra Jaehwan hyungu çağırdığımı hatırlıyordum.
Geriye kalan ayrıntıların hiç biri yoktu. Konuştuklarımız, söyledikleri.. Hepsi silinmişti sanki.
Ama eğer o da aynı şeyi dilemediyse nasıl böyle olmuştu?
Hayalet olmayı mı dilemişti?
Kim hayalet olmayı dilerdi ki?

Arabanın durmasıyla zihnimi dolduran soruları bir kenara bırakıp gerçek hayata döndüm. Önde N hyung beni bir taraftan menajer hyunga şikayet edip diğer taraftan da söyleniyordu. Hemen yanımdaki Leo hyung ise onu tasdik edercesine kafa sallayıp bana ters ters bakmakla meşguldü. N hyungun ne dediğini bilmiyordum ve açıkçası umrumda da değildi. Eun Hye bayılmıştı ve yerde öylece baygın yatarken başına bir şey gelmiş olabilirdi. Yeni bir çalar saat vakası gibi mesela..
Hızlıca kapımı açtım ve koşarak binaya girdim. Asansörün düğmesine bastım ama en üst kattaydı, inene kadar beklemektense merdivenlerden çıkmak daha kolayıma gelirdi. Ben de öyle yaptım.

Dördüncü kata geldiğimde adımlarımı yavaşlattım ve sessizce geçmeye çalıştım çünkü bu merdivenlerin hemen yanındaki dairede bir ahjumma oturuyordu. Ne zaman asansör yerine merdivenleri kullansam beni yakalar ve uzun süre yakamı bırakmazdı. Kadın kelimenin tam anlamıyla bir çatlaktı. Bazen bizim ahjummalar takımı (N&Ken) aşağı inip onu ziyaret ederdi, bazen de bizi zorla indirirlerdi. Nerdeyse üç katı yaşı olmasına rağmen her seferinde Leo hyunga asılır, Bin hyung ile torununu evlendirmeye çalışır,beni de sudan sebeplerle azarlayıp dururdu. O kadından nefret ediyordum, o da benden tabii.

Ona yakalanmadan koridorun sonundaki merdivenlere ulaşmam gerekiyordu, ama arkamdan "Hyuk-aaah! Dur tamam ceza falan vermeyeceğim. Küsme tamam kızmadık bak sana. " diye bağıra bağıra koşan N hyung sayesinde bir tek ahjumma değil bütün apartman benim merdivenlerde olduğumu duymuştu.
Tanrım!

Son bir şans koşmaya başladığımda sırtıma yediğim terlikle durmak zorunda kaldım.

Bu ahjumma!
Tsch!

"Seni serseri! Bu saatte bağırıp insanları rahatsız etmeye utanmıyor musun? Neden ağabeylerin gibi uslu değilsin? Bak Jaehwan ve Hakyeon'a, onlar hiç böyle yapıyor mu? Terbiyesiz şey...."

Normalde olsa oturur onunla tartışırdım ama yukarıda ilgilenmem gereken biri vardı.

"Tamam ahjumma bi dahaki sefere N hyunga-ah yani Hakyeon hyunga söylerim benim yerime susar."

Tam arkamı dönüp gidecekken bu kez omzuma yediğim bastonla kalmak zorunda kaldım. Gözlerimi kapattım ve sabır dileyerek açtım, dönüp ahjummaya baktığımda o çoktan beni unutmuş N hyung tarafından sürüklenerek yukarı çıkarılan Leo hyunga hayranlıkla bakıyordu.
Koşarak çıktığı için terlemiş ve nefes nefese kalmıştı.

Fangirl ahjumma mod : On

Nerdeyse bacağımın boyundaki kadının omuzlarından tuttum ve "Ahjumma, bence biraz da Taekwoonie'n ile ilgilenmelisin. Geçenlerde seni özlediğini söyleyip duruyordu." diyerek Leo hyungun önüne sürükledim.

Leo hyung beni gebertecek.
Ama belki sonra.

Tabanlara kuvvet deyip 6.kattaki dubleks dairemize ulaştığımda nefesi kesildiği için geride kalmış olan N hyung da yetişmişti bana. Hep ahjumma yüzünden.
Koridor boyunca koşturarak eve vardığımda ilk kez N hyungun sürekli yanıma almamı söylediği anahtarın varlığına şükrettim ve kapıyı açıp salona koştum.

Ama Eun Hye yoktu.
Muhtemelen biz yokken çıkıp gitmişti ve bir de onu aramam gerekiyordu. Çünkü onu benden başka kimsenin göremeyeceğini bilmesi gerekiyordu.

Koltukta uyuklayan Ravi hyungu kaldırdım. Sinirlendiğim zaman saygı sınırları umursadığım son şey bile olmazdı ve o anda gerçekten sinirliydim. Yine de 6 yıllık beraberliğin hatrına kırmamaya çalışarak ona çalar saati Eun Hye'i orda görmediğini bilmeme rağmen neden attığını sordum. Ama çok geçmeden sözlü kavgaya dönüştü. Ravi hyung bıkkınlıkla Ken hyungu suçluyor, o da çemkirip duruyordu. Koltukta oturan N hyung ağıt yakıyor, Leo hyungsa hep yaptığı gibi kavgaya karışmayıp göz devirmekle yetiniyordu.
Hongbin hyung.. Kapıya bakıp bir şeyler söylemekten başka bir şey yapmıyordu.

Bazen kendim de dahil bu kadar deliyi nasıl bir araya toplayabildiklerine şaşırmadan edemiyordum.
İlan versen bu kadar olmazdı yani..

Tüm o gürültünün arasından gelen ince sesle yere çökmüş ağlayan Eun Hye'i gördüm. Ağlamaya ihtiyacı olduğunu düşünerek yanına gittim.
Bazen insanlar ağladıkları zaman ağlama diye teselli eden birinden çok omzumda ağlayabilirsin diyen birine ihtiyaç duyarlardı. Yanına oturdum ve ağlamasına izin verdim. Rahatlamak için ağlaması gerekiyordu..

Biz yerde öylece otururken, Ken hyung televizyonu açmıştı, Bin hyung hala ayaktaydı ve kapıya bakmaya devam ediyordu, Leo&N&Ravi hyunglarsa artık benim için normalleşmeye başlayan 'delirmiş bu' bakışlarıyla bize, daha doğrusu onların gördüğü şekilde bana bakıyorlardı. Yanımdaki kızın hıçkırıkları artık kesilmiş, o ağlama krizinden geriye göz pınarlarından usulca süzülen yaşlar kalmıştı.

Ona doğru eğilip fısıldadım; "Biraz daha iyi misin?"
Beni duymaları sadece daha fazla deli olduğuma inanmalarından başka bir işe yaramazdı.

Kafasını sallayıp kısılan sesiyle"Teşekkür ederim. Ama artık eve gitmeliyim. Eşyalarımın nerde olduğunu söylersen onları alıp gidebilirim." dedi.

Eşyaları..
Hiç bir fikrim yoktu. Belki Ken hyung yanımda görünce almıştır diye sordum.

"Hyung, dün gece beni almaya geldiğinde yanımda fazladan bir telefon ya da cüzdan gördün mü? Bir arkadaşım bana emanet etmişti de."

"Görmedim maknae. Sadece sen ve içki şişelerin vardı. O kadar şişeyi tek başına nasıl bitirebildin? Hem bir derdin olduğunda bizimle paylaşman gerekirdi, tek başına içmen değil. Biliyorsun, biz seni dinlerdik."

Dediklerinde sonuna kadar haklıydı ama benim içme sebebim tahmin edemeyecekleri kadar farklıydı.
Eşyaların da onunla birlikte görünmezleşeceği ihtimaliyle gidip bakmayı düşündüm.
Yanımdaki kıza sessiz olmasını ve beni takip etmesini söyleyerek yerimden kalktım.

Endişeli gözlerle beni izleyen hyunglarımın önlerinde durup "Hepinizden özür dilerim. Sadece biraz bunalmıştım. Niyetim içmek değildi, biraz yürüyüp geri dönecektim ama bir arkadaşımı görünce onunla oturdum ve birlikte biraz içtik. Onun daha sonra işi çıktı ve gitti. Ben de sızdığım için gittiğini unutup öyle saçmaladım. Üzgünüm. Hatamı telafi edeceğim. Şimdi biraz dışarı çıkacağım. Uzun sürmez." dedim ve itiraz etmelerine fırsat vermeden odama girip çorba dökülmüş rezil kıyafetlerimi değiştirdim. Çıktığımda Eun Hye beni kapının önünde bekliyordu. Kamuflajlarıma anlamayan gözlerle baksa da bir şey demedi ve çıktık.
Asansörün gelmesini beklerken de, binip aşağı inerken de, köprüye doğru yürürken de ikimizde tek kelime etmiyorduk. Anlaşılmış bir sessizlik var gibiydi. Ona kimsenin onu görmediğini söylemem gerekiyordu ama bunu ve sebebini konuşmak çok uzun süreceği için eşyalarını bulduktan sonra konuşmaya karar vermiştim.

İkimizin oturup içtiği yerde siyah takım elbiseli adamlar vardı. Böyle tiplerin burda ne işi olduğunu anlamasam da yürümeye devam ettim. Adamlar görüş alanımıza girip de netleştiğinde Eun Hye'nin gözleri korkuyla açıldı ve arkama saklandı. Ceketimi çekiştirip, "Hadi boşver gidelim. Bulmasak da olur." dedi ve kolumdan çekmeye çalıştı.
Yerimden oynatamasa bile kolumun çekildiği belli oluyordu ve onun görünmez olduğu gerçeğini hesaba katarsak dışardan çok garip görünüyor olmalıydım.
Kolumu ondan kurtardım ve "Sorun ne? Neden bir anda kaçmaya çalıştın? Bu adamları tanıyor musun?" diye sordum.

"Ha-hayır. Sadece tehlikeli görünüyorlar. Bulaşmak istemiyorum."

Onu dinlemeyip yürümeye devam ettim. O da beni dinlemedi ve uzağa bir yere gidip beni izlemeye başladı.
Onlara yaklaştığımı farkeden adamlardan biri yanıma geldi. Boyu uzundu ama bana göre kısa kalıyordu.
Boyumu seviyorum.

"Sen kimsin? Burda ne arıyorsun?"

"Kim olduğum sizi ilgilendirmez. Kız arkadaşım burda bir eşyasını kaybetmiş. Onu bulmaya geldim."
"Başkan Kang, sanırım aradığımız adamı bulduk."

★☆★☆★☆★☆★☆★☆
clock02-27-2016, 11:52 PM
Yorum: #8
Bölüm 7 - VIXX?
Bölüm Şarkısı : BoyFriend - Janus

Soo Yeon arabasını hastanenin parkına parkederken aklındaki tek düşünce Sup Ji'yi boğmaktı. "Aptal kız! Nasıl böyle bir şey yapabilirsin?'" diye söylenerek kapısını kapattı. Yanındaki Hye Jin ise yine ağlıyordu. Soo Yeon ne kadar çok tutuyorsa kendini, Hye Jin de o kadar salıyordu. Bir an için 'Kaybolan Mi Rae değil de Jinnie olsaydı..' diye düşünmeden edemedi.
En büyükleri kendisi olmasına rağmen her zaman en güçlüleri Mi Rae olmuştu ve sorumluluğu taşıyan tek kişi oydu. Ama bir anda gelen 'Belki de Tanrı doğru kişiyi kaybettirdi. Hye Jin olsaydı kaldıramazdı ama Rae kaldıracak kadar güçlü.' düşüncesi ve küçük Jinnie'sinin olmadığı bir ev hayali hemen pişman olmasına neden oldu.
Karşısında ona kıpkırmızı ve bir umut bekleyen gözlerle bakan küçüğüne şefkatli bakışlarıyla karşılık verdi ve kendi kapısını açtı.

"Unnie, sence nasıldır durumu? Çok büyük bir kaza mıymış?"

"Bilmiyorum Jinnie~ Sen de yanımdaydın, görevli sadece kaza yapan kişi için çağrıldığımı söyledi, sonrasında telefonumun şarjı bittiği için kapandı. Kim olduğunu bile bilmiyoruz."

"Ben biliyorum ama, SupJi unni o. Yine oraya gitti, MiRae ile birlikte gittikleri yere."

"Nerden biliyorsun ki? Neden hep kötü olanı düşünüyorsun?"

İstemeden de olsa yüksek çıkan sesinin karşısındaki hassas kızı kırdığının bilincinde olsa da Soo Yeon için de işler kolay gitmiyordu ve Hye Jin zorlaştırmaktan başka bir şey yapmıyordu. Arkasında kalan kızın mutlaka geleceğini bildiğinden adımlarını otoparkın çıkışına yönlendirdi.
Büyüğünün ani çıkışıyla sessizleşen Jin ise kapısını yavaşça kapattı ve bunalttığı için pişman bir şekilde onu takip edip yukarı çıktı.

Lee Sooyeon için hayat hiçbir zaman ciddiye alınacak bir şey olmamıştı, yaşına rağmen daima neşeli ve umursamaz yaşardı. Her şeyi içine atıp, gülümsemelerinin ardında gizlerdi. Ancak şimdi, içeri girmesine izin verilmeyen odanın önünde, kendinden bir parça gibi gördüğü dostu için endişeyle beklerken her zamankinden daha çok ihtiyaç duyuyordu buna.
Omuzlarına binen sorumluluk ve çaresizlik duygusunda boğuluyor, neşeli haliyle gülümsemelerinden nefes almak istiyordu.

Dışarı çıkan doktoru görür görmez ayağa kalkan Jinnie gibi o da endişeyle adamın yanına gitti. Bir açıklama bekliyorlardı, iyi ya da kötü, bu bilinmezliği bozacak herhangi bir açıklama olabilirdi.
Adamsa konuşmalarına gerek kalmadan "Durumu iyi, ağlarken direksiyonun kontrolünü kaybettiği için bariyerlere çarpmış. Şehrin dışında bir yerde kaza yaptığı için başka kimseye bir şey olmamış ama o saatte onu orada bulan birilerinin olması da büyük şans. Şimdilik yapılacak bir şey yok, bilinci kapalı ama kısa bir süre olmak şartıyla arkadaşınızı görebilirsiniz." diyerek yanlarından ayrıldı.
Hemşireyle birlikte içeri girdiklerinde karşılarındaki manzara her ikisi için de can acıtıcıydı. Yatakta yatan kızın alnı bandajlıydı ve sol elmacık kemiği morarmıştı. Hastane önlüğünün açıkta bıraktığı kollarıysa çizik ve sıyrıklarla doluydu. Bir başkasının gözünden bakıldığında oldukça hafif atlattığı düşünülecek olsa da onlar için bu bile çok fazlaydı.

Hye Jin hiç bir zaman tutmaya çalışmadığı gözyaşlarını saldığında bu kez Soo Yeon da ona katılmıştı. Gözünden süzülen yaşların farkında bile olmadan onu izliyordu. Adım atmak zor olsa da kendini zorlayıp yatakta yatan kızın yanına gitti. Yatağın iki yanına öylece bırakılıvermiş gibi duran ellerinden birini avcunun içine aldı. Acıtmaya korkarak yüzündeki morlukların üzerinde gezdirdi parmaklarını. Zaman durmuş, zihnindeki herkes susmuştu. Onu ne kadar öyle izlediğini bilmiyordu. Hemşirenin onu kolundan tutup odadan çıkması gerektiğini söylemesiyle yerinden kalktı.

Onun için kıyafet getirmek üzere, kaza haberiyle döndükleri ev yoluna yeniden çıktılar. Her ikisi de eve varana dek sessizdi. Kaldıkları apartmanın çatı katına çıkıncaya kadar da sürdü bu sessizlik. Ancak kapının önünde gördükleri Shi Yoon, dönüp bakışmalarına neden oldu.

Ablası gibi, saygı sınırlarını umursamadan herkese arkadaşıymışçasına hitap eden kız, bu kez sulu gözlerle "SooYeon unni, MiRae'yi kaçıran adamı bulmuşlar. Sevgilisiymiş ve adam bir idolmüş!" dedi.

SooYeon "Sevgilisi miymiş?" derken Hye Jin "İdol mü? Kim?" diye sormuştu.

"Kim olduğunu bilmiyorum ama babamın adamları çocuğu yakalamışlar. Çocuk Eun Hye diye birinden bahsediyormuş ama gerçekten onun sevgilisiyse asla tek kelime etmez. Gidip bizim konuşmamız gerek."

Ve yeniden eve giremeden yola çıktılar, Hye Jin'i hastaneye bırakarak.

☆★☆★☆★☆★☆★☆★

"Size Mi Rae diye birini tanımadığımı söyledim! Benim sevgilimin adı Eun Hye. Kim Eun Hye!"
Bir anda kafadan attığım soyadının tutmasını umarak karşımdaki adamla olan bakışmamı sürdürdüm.

"Ama kameralar öyle demiyor, dün gece orada olan adamla birebir uyuyorsun."

Eun Hye'nin sevgilisi olduğunu söylememle birlikte apar topar arabaya bindirilmiştim ve iki saatten fazla bir süredir bu adamlar tarafından alıkonuyordum. Onlara idol olduğumu söylememe rağmen menajerimle konuşmama bile izin vermemiş, Başkan beni görmeden hiç bir şey yapmama izin vermeyeceklerini söylemişlerdi.

Bugün programım olmayışı büyük bir şanstı. Yoksa çok büyük bir skandal çıkabilirdi.
Dispatch'in atacağı skandal başlıklarını tahmin etmek zor değildi.

'VIXX'in Maknaesi Hyuk Sevgilisinin Ailesi Tarafından Kaçırıldı! '

' VIXX'ten Hyuk'un Yeni Sevgilisi Bir Mafya Ailesinden Mi? '

Yapacak bir şey olmayınca ben de başımda beklettikleri adamla uğraşmaya başlamıştım. Beklemem gerektiğini söylemesine rağmen, o kişinin ben olmadığını söyleyip duruyordum.

"Kameradaki adam da 188 boyunda yakışıklı bir idol müydü? Hiç sanmıyorum. Bence yeniden bakmalısınız o kayıtlara. Kesin bir yanlışlık vardır."

Adam cevap vermeyip ayağa kalktı. Onun kalkışıyla birlikte odadaki tüm diğer korumalar da kalkmıştı.
İçeri birinin girdiğini oraya yönelen bakışlar sayesinde anlamıştım.
Arkamda kalan kapıdan kimin girdiğini görmek için başımı çevirdim, orta yaşlarda hatta saçlarına yer yer beyazlar düşmüş sert bakışlı bir adamdı gelen.

Tam karşıma, deminki korumanın kalktığı yere oturdu ve beni süzmeye başladı. Bakışlarımı kaçırmak isteyeceğim kadar sert bakıyordu.

"Evet genç adam, demek kızımın kaçmasına yardım eden serseri sensin."

Serseri?

"Kızınızı tanımıyorum efendim, bir yanlış anlaşılma olmuş sanırım. Ben oraya sevgilimin sabah yürüyüşe çıktığımız zaman düşürdüğü kolyesini aramak için gelmiştim ancak bu herifler beni buraya getirdiler."

Adam inanmayan, alaycı gözlerle bakıyordu.

"Öyle mi, hmm. Kayıtları bir de seninle izleyelim ha, ne dersin?"

Kayıtlardaki kişinin ben olmadığımdan emindim. Ki Eun Hye bana yalan söylemediyse gerçekten de ben değildim. İçimden bir ses, 'Ya yalan söylüyorsa? Ya adı Eun Hye değil de Mi Rae ise ve kaçmak için seni kullandıysa?" dese de garip bir şekilde ona güvenmek istiyordum.
Yalan söylemiş olamazdı değil mi?
Söylemesi için ne gibi bir sebep olabilirdi ki?

Önüme bir bilgisayar konuldu ve karşımdaki adam, "İzle bakalım." diyerek başlatmaları için işaret verdi.

Videonun başlamasıyla ben de izlemeye başladım. Kamera genel olarak yolu çekiyordu, ama daha sonra kadraja ağlayan bir kız girdi. Topladığı saçlarını sinirle açıyor ve nehrin kenarına doğru gidiyordu.

Eun Hye'i ilk gördüğümde o da böyleydi, dağılmış saçlarıyla siyah bir elbise içinde.

Acı bir şekilde anladığım gerçekle başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü.



O kişi bendim, ve onun erkek arkadaşı olduğu yalanını söyleyerek kendimi yangının tam ortasına atmıştım.



Yine de belli etmemek adına kayıtsız tutmaya çalıştığım gözlerle izlemeye devam ettim. Yanımdaki adam kaydı hızlandırarak ileri sardı, yalpalayarak yanına gelen bir adam girdi bu kez görüş alanına. Kızın yanına oturmasıyla birlikte kız kadrajdan çıktı. Artık sadece adam vardı ve sürekli içiyordu. Bir süre sonra kolunu kızın omzuna atarak yıldızları gösterdi ve uzandılar. Sonrasındaysa bir arabanın farları göründü. "Ken hyung geldi.." diye düşündüm, neyseki sadece açık farların ışığı görünüyordu, plaka çıkmamıştı. Gelip beni kaldırmaya çalışıyor ve sonrasında uyanmamla birlikte arabaya binip hareket ediyorlardı. İşin garip tarafıysa kızın araba gelmeden hemen önce uyanıp uzaklaşmasıydı. Bu da kameraların çekmesine rağmen Ken hyungun geldiğinde onu görmeyişini açıklardı.

Bilgisayarın önümden alınmasıyla bakışlarımı yeniden karşımdaki adama çevirdim. Gerçekleri söylemeli miydim? Eun Hye'in -ya da Mi Rae- babası olarak kızı için endişelenmiş olması normaldi ve söylemem gerekirdi ama babasından kaçtığına göre önemli bir sebebi olmalıydı. Hem söylesem bana inanır mıydı ki?
En iyi çözüm yolunun yaptığım oyuna devam etmek olduğuna karar verdim.

"Evet, artık yalanın ortaya çıktığına göre bize kızımın yerini söylersin diye düşünüyorum?"

"Ortaya çıkan bir şey yok efendim, oradaki ben değilim ve kızınızın yerini de bilmiyorum. Artık izin verirseniz sevinirim."
Onun alaycı tavrına karşılık bende ciddi bir şekilde yanıtlamıştım. Ve şimdi yüzüne yayılan gülümsemenin yeni bir alay mı yoksa olumlu bir tepki mi olduğuna karar veremiyordum. Tam bana bir şeyler söyleyecekti ki gürültüyle arkaya çarpan kapıdan iki kız girdi.

Biri nefes nefese "Appa o Mirae unninin erkek arkadaşı değil!" diğeriyse "Biliyoruz çünkü Rae bana mesaj attı, yurt dışına çıkmış yeniden." dedi peşpeşe.

Eun Hye, Mi Rae değil miydi yani?

☆★☆★☆★☆★☆★☆★

Babamın baş yardımcısı InHa ile konuşan Hyuk'u izlerken düşündüğüm tek şey yanlış bir şey söylememesiydi. Ama kolundan tutup arabaya soktuklarında bunun için çok geç olduğunu anladım.
Gitmişti, ve benim gideceğim hiçbir yer yoktu- onların evi dışında..

Arabaların uzaklaşmasını bekleyip beni göremeyeceklerinden emin olduğum zaman saklandığım yerden çıkıp etrafa baktım. Küçük çantam ve telefonum dün geceki yerdeydi. Ama şişeler yoktu. Hemen gidip aldım, aklıma ilk gelen kızlara mesaj atmaktı ama telefonumun izinin takip edileceği düşüncesiyle vazgeçtim. Hattımı çıkardım ve cüzdanımda kaybolmayacağından emin olduğum bir yere koydum. Yeni bir hat almam gerekiyordu. Normalde nakit taşımazdım yanımda ama bir umut baktım, sadece 100.000 Won vardı, neye yeterdi ki?

Sürekli kart kullanan biri olarak bu paranın yeterli olup olmadığı konusunda hiç bir fikrim yoktu.

Gidecek bir yerim olmadığından Hyuk'un evine geri dönmeyi düşündüm ama kapıda yaşadığım o garip şeyi ve aşırı kaba ev halkını hatırlayınca anında vazgeçtim. Sahi kapıda ne olmuştu öyle bana? Tek başıma denediğimde çıkamamış ama Hyuk yanımdayken rahatlıkla çıkabilmiştim. Kapıda görünmeyen bir şeyler mi vardı acaba? Koruma gibi bir şey?
Sonuçta böyle şeyleri yaptırabilecek kadar zengin görünüyorlardı.

Ne iş yapıyorlar acaba diye düşündüm, hepsinin dinazor yumurtasından çıkmış gibi uzun olduklarını hatırlayınca basketbolcu olma ihtimallerinin yüksek olduğuna karar verdim.
Basketbol kaç kişiyle oynanırdı, 6?
Hiç bir bilgim yoktu.
Hem ne zamandan beri basketbolcular bu kadar yakışıklılardı?

Ve eğer onlar bir takımsa ve Hyuk'un eksikliği işlerini aksatacaksa tüm bu belaları başlarına açan kişi olarak bu durumu açıklamak da bana düşüyordu. Aklıma gelen bu düşünceyle birlikte adımlarımı on dakika önce Hyuk ile geldiğimiz yola çevirdim. Hyuk'un kaybolduğunu duyduklarında belki beni takarlardı ha, kim bilir?

Evin önüne geldiğimde hepsi Hyuk'u ilk gördüğüm gece olduğu gibi maskeli ve şapkalılardı.
Dertleri ne bu çocukların?

Tam Taekwoon'un yanına gideceğim sırada deminden beri benimle birlikte yolda yürüyen liseli kızlardan biri onları farketmesiyle yanındakilere gösterip

"Omo! Bunlar VIXX! TAEKWOON OPPA! HAKYEON OPPA! HONGBİN OPPA! WONSHİK OPPA! KENJUMMAA!" diye bağırması bir oldu.

Diğerlerine adlarıyla seslenirken Jaehwan'a -Ya da Ken- Kenjumma diye bağırışı dikkatimden kaçmamıştı. Tabii bir de Ravi vardı, ona da Wonshik demişti.
Bu çocukların kaç tane ismi vardı böyle, ve asıl soru bu kızlar onları nasıl tanıyordu?

Sanırım gerçekten basketbolculardı.
Ünlü birer basketbol yıldızı olabilirlerdi, böylece halk da onları tanıyor olurdu.

Peki ya VIXX?

Kafam fena halde karışmıştı.
Ama kızın söyledikleriyle taşlar yerine oturdu,

"OPPA NE ZAMAN GERİ DÖNÜŞ YAPACAKSINIZ? BÜTÜN ALBÜMLERİNİZ VAR BENDE, HAKKINIZDA HER ŞEYİ BİLİYORUM! AĞAĞAĞAĞA TANRIIIIM! VIXXX!"

Tipik bir fangirl.
Ve onun idol grubu.

Hemen çıkardığım hattımı geri takıp internete girdim ve Naver'e VIXX diye arattım.

" VIXX

"VIXX'in açılımı Voice,Visual,Value in Excelsis'tir.
[En iyi ses,En iyi görüntü,En değerli]
Jellyfish Entertainment'in adı altında olan bir gruptur.6 üyeden oluşmaktadır.Üyeler,N,Leo,Ken,Ravi,Hongbin, ve Hyuk'tur.
Mnet'in Mydol programında 10 kişiyle birlikte eğitim gördüler ve 6 kişi VIXX olarak seçildi.

VIXX çıkışını "Super Hero" ile 24 Mayıs 2012'de M!Countdown'da yaptı.

Çıkışından itibaren sıradışı ve fantastik konsteptleriyle bilinen grup başarısını hiç düşürmeden sürdürmeye devam ediyor.

Tarih ▼

Üyeler ▲

Üyelerin profili haklarında ayrıntılı bilgi için isimlerine tıklayınız.

N
Cha Hakyeon
30 Haziran 1990
Lider, Ana dançı,Vokal
Güney Kore

Leo
Jung Taekwoon
10 Kasım 1990
Ana Vokal
Güney Kore

Ken
Lee Jaehwan
6 Nisan 1992
Ana Vokal
Güney Kore

Ravi
Kim Wonshik
15 Şubat 1993
Ana Rapçi,Dansçı
Güney Kore

Hongbin
Lee Hongbin
29 Eylül 1993
Görsel,Vokal
Güney Kore

Hyuk
Han Sanghyuk
5 Temmuz 1995
Maknae,Dansçı
Güney Kore

Diskografi ▲

Klipleri izlemek için isimlerine tıklayınız.

*Super Hero
*Rock UR Body
*Girls, Why? ft. OKDAL
*On And On
*Hyde
*G.R.8.U
*Only U
*Voodoo Doll
*Eternity
*Error
*Love Equation
*Can't Say
*Blossom Tears (LYn&Leo)
*Beautiful Liar (Leo & Ravi -LR-)
*Gap (Ken & Hani -EXID-)

*Chained Up

*Depend On Me

*Rebirth (Ravi Mixtape)

(Y/N: Klipler sıralı değildir)

Filmografi ▼

Kazandıkları Ödüller ▼

Kaynakça ▼ "

Web sitesini kapattığımda olayı çözmenin rahatlığıyla birlikte endişe de gelmişti.

Çünkü eğer Hyuk bir grup üyesiyse, benimle görülmesi onun sonu olurdu*.
clock02-27-2016, 11:54 PM
Yorum: #9
Bölüm 8 - Yalancı

Bölüm Şarkısı: CO-ED School - Too Late

Biri nefes nefese "Appa o Mirae unninin erkek arkadaşı değil!" diğeriyse "Biliyoruz çünkü Rae bana mesaj attı, yurt dışına çıkmış yeniden." dedi peşpeşe.

Eun Hye, Mi Rae değil miydi yani?

Garip bir şekilde bana yalan söylememiş olmasına sevinmiştim.
Buna neden sevindiğimi anlamama fırsat dahi bulamadan adamlar yaka paça odadan dışarı çıkardılar beni. Yanlarından çıktığımız sırada kısa saçlı ve kısa boylu olanı dudaklarını oynatarak "Oppa* miane/oppa üzgünüm" dedi.

(Oppa: Kızların kendilerinden büyük erkeklere hitap şekilleri. Bunu ağabey anlamında da kullanırlar, sevgililerine de.)



Normal biri olsa bu haksızlık için sinirlenmesi ve kızması gerekirdi ama benim içimden gülmekten başka bir şey gelmiyordu.



N hyung hep olaylardan çok benim verdiğim tepkilerden korktuğunu söylerdi. Korktuğum zaman gülmem gibi. Ancak şimdi gülüp dalgaya alma zamanı değildi, ağabeylerimin arkasında sorumluluktan kaçabiliyordum ama şimdi hem onların hem de benim idollük hayatı benim ellerimdeydi. Yani sorumluluğun en fenasını almıştım.

Magazincilere yakalanmadan burdan kurtulmam gerekiyordu. Ve Eun Hye'i yeniden görünür hale getirmem. Yanımdaki adama dönerek,
"Artık beni bıraksanız? İşim gücüm var benim, vaktini böyle buralarda harcayacak biri değilim ben!" dedim.

N hyung duysa gözleri yaşarırdı, bu kadar sorumluluk sahibi bir maknaeye sahip olduğu için.

Cevap vermek yerinde göz devirince ben de ona göz devirdim.
Adam bıkmış tavırlarla yeniden göz devirdi ve nefesini sesli bir şekilde dışarı verdi. Aman çok da umrumdaydın sanki.

Her zaman söylediğim şarkıyı söylemeye başladım, "Bam-ba-ba-bam ba-ba-ba-bam ~~~~~".
Nerden ve nasıl dilime dolandığını bilmediğim bu şarkıyı 3 senedir bıkmadan sürekli söylerdim. Üyeler artık bıkmışlardı, bıkmanın da ötesinde ne zaman söylemeye başlasam kusuyorlarmış gibi yapıyorlardı.
Zevksizler.

Ba-bam şarkısından vazgeçip Ravi hyungla birlikte söylediğimiz Memory söylemeye başladım.
"I NEED A MEEEMOORYYY~~~"
Sesim pratiksiz olduğum için çok cırtlak çıkmıştı ve yanımdaki adam kulaklarını kapatıp yüzünü buruşturmuştu.
Zevksiz herif.
Detoneyken bile harika söylerim ben. Ne anlar ki bunun gibi adamlar sanattan sanatçıdan!

Sıkılınca yeniden adamla uğraşmaya başladım.
"Neden çıkamıyorum? Beni bekleyen insanlar var, fanlarım var! Onlara bunu yapmaya hakkınız yok. "

"...."

"Neden bana cevap vermiyorsunuz?"

"...."

"Menajerim bu olanları duyara sizi süründürür."

"...."

"Demek öyle.. Sessizlik hakkınızı kullanıyorsunuz ha? Yapabiliyorken yapın bakalım. Mahkemede görüşeceğiz hepinizle. "

"...."

Sessizliği artık sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Ben de yeniden şarkı söylemeye başladım.

"I can't say~~! Never say~~~!"

Bana kısacık bakmakla yetindi ve yine cevap vermedi. O sırada kapı açıldı ve deminki harabojinin* yanında dikilen adam yanımıza geldi. (Haraboji:Büyükbaba)

Yanımdakinin kulağına eğildi, bir şeyler söyledi ve içeriye döndü. Yanımdakiyse bana bakarak
"Sonunda kurtuluyorum senden! Git ne halin varsa gör, kafamı şişirdin zaten! " deyip onun peşinden içeri girdi.
Hah! Kim kimden kurtuluyormuş acaba?!

Çıkar çıkmaz yurda gitmem gerektiğini bilsem de önce Eun Hye'i en son bıraktığım yere gitmiştim. Eşyaları alınmıştı ve o da ortalıkta yoktu. Her ne kadar beni kurtarmak için geldiğini düşünmek istesem de görünmez olduğunu bilmediği için yakalanmamak adına asla gelmezdi. Yurda gitmişti muhtemelen ve vardığımda tahminimde yanılmadığımı gördüm, binanın kapısında oturmuş elindeki telefonla oynuyordu.

Kızdaki rahatlığa bak ya.
Ben onun yüzünden ne hallere geleyim..

Her neye bakıyorsa çok ilgisini çekmiş olmalıydı.
Tam yanına gidecekken duyduğum fan çığlıklarıyla şansıma küfretmeden edemedim.

"HYUK OPPA! SEN NEDEN DİĞERLERİYLE DEĞİLSİN? OMO!!! YOKSA GRUPTAN AYRILDIN MI!?"

İçime dolan göz devirme isteğine engel olarak fanlara döndüm. Lise öğrencisi oldukları kıyafetlerinden belli olan iki kızlardı.

"Merhaba~! Ah, hayır gruptan ayrılmadım (^o^) Sadece onlarla sonra buluşacağım. Hem ben Starlightlar'ımızı nasıl bırakabilirim ki? (~_^) " deyip 'buing buing'yaptım.
Onlar çığlık atarlarken ben nihayet beni farkeden Eun Hye'e ağzımı oynatarak "Yukarı" dedim ve fanları eğilip selamladıktan sonra yurda girdim.
Umarım beni burda görmüş olmaları sorun olmaz.
Starlightlarımız genelde sakin olsalar da sasaeng* olma ihtimalleri vardı. (Sasaeng: Takıntılı fan demek. Genelde idollere zarar vermeye, yurtlarına girip eşyakarını vb. çalmaya çalışırlar. EXO grubu özellikle sasaengleriyle ünlüdür.)
Yukarı çıkar çıkmaz peşimden gelen kızı içeri soktum.

"Evet Eun Hye-sshi*, ya da Kang Mi Rae mi demeliyim?"

(-sshi: Bay veya Bayan anlamında kullanılabilir. Samimiyetin olmadığı, yabancılarla konuşurken saygılı olmak adına eklenir. 'Bayan Eun Hye' ya da 'Bay Han Sanghyuk'gibi)

Şaşkınlıkla açılan gözleri doğru noktaya parmak bastığımı gösteriyordu.

"Adımı nereden biliyorsunuz Han Sang Hyuk-sshi? "

"Neden bana yalan söyledin? "

Saygılı konuşmayı bırakmıştım. Ve bu hızlı değişimlerle afallıyor gibiydi.

"En azından bir şey söyledim ben. Sen bana hiç bir şey söylemedin! "

"Ne söylemem gerekiyordu ki? "

"İdol olduğunu mesela."

"Benim söylemem mi gerekiyordu? Zaten kendiliğinden biliyor olmalıydın! Her normal genç kız VIXX'i bilir."

"Ben bilmiyordum ama! Nesiniz siz? BigBang'in veliahtı falan mısınız ki?"

"Her gördüğüm insana 'Ben VIXX'in maknaesi Hyuk'um.' dersem ne olur tanrı aşkına? Hem konuyu saptırma! Ben güvenliğim için gizledim, ya sen? Neden bana yalan söyledin? "

Yüzüne yerleşen pişmanlık dolu ifadeyle özür dileyeceğini düşündüm ama yeniden asi bir şekilde baş kaldırmasını beklemiyordum.

"Ben de güvenliğim için söyledim! Beni aileme teslim etmemeniz için!"

"Eğer her şeyi en başından anlatsaydın zaten teslim etmezdik. Ama böyle yaparak hem benim başımı belaya soktun hem de grubumuzu tehlikeye attın. Ya ordan çıkamasaydım? "

Bu kez irileşen gözleri dolmuştu. Ağlatmak istemesem de hatalı olduğunu anlamalıydı.
"Miane/Üzgünüm. Uzun süre yurtdışında yaşadığım için hala burda ne yapmam gerektiği konusunda zorlanıyorum. "

"Olmadı. Şöyle demeliydin, 'Jesonghamnida/özür dilerim Hyuk oppa. Naega jalmoshaessda/ben hatalıydım. ' Evet bunu söyleseydin seni affedebilirdim belki."

"O-oppa? Deli misin sen? Hem nasıl kurtuldun sen? "

"İki kız senden mesaj geldiğini söyleyince beni serbest bıraktılar. Sonunda iyi bir şey yaptın. Veee.. Hayır deli falan değilim, kaç yaşındasın sen? Çok büyük durmuyorsun, gerçi ben devasa boyum ve göz dolduran kaslarım sayesinde çok büyük duruyor olabilirim ama yine de benden küçük görünüyorsun. Sahi kaç doğumlusun? "
"97 Bay Han Kendini Beğenmiş Sang Hyuk! Büyük olsan dahi sana asla oppa demem. Ve o mesajı atan ben değilim. Kızlar zor durumda şimdi, ne yazıyordu mesajda? Şimdi atayım. "

"Ahahaha demiştim! Benden küçüksün, hemde tam 2 yaş! Ben 95 doğumluyum! Bana oppa demek zorundasın ahahahahah! Ve mesajda.. Ah yeniden yurtdışına çıktığını söylemişlerdi. "

"Tsch! Demeyeceğimi söyledim sana! Şimdi sus da şu mesajı gerçekten atayım. "

Çantasını alıp telefonunu çıkardı ve hızla bir şeyler yazmaya başladı. Nihayet bitirdiğinde artık adamakıllı konuşma zamanının geldiğini düşünerek,

"Bayan Kang Saygısız Yalancı Mi Rae-sshi, acaba artık bana gerçekten kendinizi tanıtır mıydınız? " dedim.

"Elbette Bay Han Sinir Bozucu Sang Hyuk-sshi. İş adamı Kang Min Joo'nun kızıyım ve dün sabaha kadar KBS'nin reklam-program yazarlarından biriydim. Ama kendini beğenmiş bir idol yüzünden kovuldum. Bu yüzden de ailemle tartıştım ve sonrasını biliyorsun işte. "

Tsch! Şu kız!! Asilik yapmadan duramıyor!

"Ailenle neden tartıştın? Kovulman... Evden kaçmak için yeterli bir sebep değil biliyorsun? "

"Bu seni ya da bir başkasını ilgilendirmez. Eşyalarımı da bulduğuma göre artık gidebilirim. Beni ağırladığınız için teşekkür ederim ve sorunlarımla senin de başını belaya soktuğum için üzgünüm. Haberlere çıkmayacağından emin olabilirsin çünkü ailem asla böyle bir şeyin duyulmasına izin vermez. Şimdi, artık gitmeliyim. "

"Bekle.. Haberlere çıkmayacağımı biliyorum ve.. Gidemezsin. "

"Neden? "

"Çünkü sen bir hayaletsin. "
☆★☆★☆★☆★☆★☆★

Shi Yoon için hiç bir zaman babası korkulacak biri olmamıştı. İstediği zaman kredi kartını dolduran bir para kaynağından ibaretti onun için. Ama şu anda onun uydurdukları bu yalana inanmamasından deli gibi korkuyordu.
Ve ellerinde hiç bir kanıtları da yoktu. Mesajı görmek istese ya da izini sürmeye çalışsa gösterebilecekleri tek bir şey dahi yoktu. Tek yapabildikleri normal sms değil internet üzerinden atılan bir mesaj olduğunu söyleyerek onları oyalayabilmekti.
Bekliyorlardı, karşılarındaki adamın aklından ne geçirdiğini deli gibi merak ederek, Mi Rae için endişelenerek bekliyorlardı.

Dakikalar süren gerici sessizlik ve bekleyiş nihayet babasının sağ kolu olan InHa'nın geri gelişiyle son bulmuştu. Yardımcı InHa, "Efendim, gerçekten de kızınız son bir saat içerisinde hattından internete girmiş. Ne yaptığını ya da mesaj atıp atmadığını göremiyoruz ama gerçekten havaalanına yakın bir yerde giriş yapılmış." dediğinde her ikisi de tuttukları nefeslerini verdiler.
Telefonuna koyduğu en basit şifresi 9 basamaklı olan bir insanın telefonu karıştırılamayacağına göre giriş yapan kesinlikle oydu. Havaalanına yakın oluşuysa ya gerçekten uydurdukları yalanın gerçekleştiğini ya da Tanrı'nın onlara bir lütfu olarak yakın bir yerde girdiği anlamına geliyordu.

Odadan çıkar çıkmaz ikisi de telefonlarına sarılarak Mirae'ye mesaj atmaya başladılar. Saniyler içinde aşağı otoparka inene kadar KakaoTalk ve Line hesaplarını yığınla mesaja boğmuşlardı. Mesajlar iletiliyor fakat görüldü yapmıyordu.
Soo Yeon "Düşüncesiz kicibe/haspa." diyerek çalan telefonunu açtı, arayan hastanedeki Hye Jin'di.

"Uyandı mı? Bekle, geliyorum. "

Ve yanında ona anlamayan bakışlarla bakan kızı öylece bırakarak arabasına yöneldi. Kapıyı açıp binerken "Sup Ji uyanmış, ben gidiyorum~" dedi ve ardından arabayı çalıştırarak hızla otoparktan çıktı.
Hye Jin ile birlikte hastaneden dönerken yolda Soo Yeon'a aniden gelen mesajı duyduklarında ikisi de yüzlerine yayılan gülümsemeye engel olamamışlardı.

<Kang Aptal Düşüncesiz Boğmak İstediğim Mi Rae: Eonnie~~~ Yeniden yurt dışına çıkacağım bir süreliğine. Sizi haberdar ederim, şimdiye kadar olanlar için sorry~~~>

Soo Yeon evde bıraktığı kızı aradı ve
"Tanrım, Shi Yoon! Cidden medyum falan mısın sen? Mi Rae mesaj attı!! "

☆★☆★☆★☆★☆★☆★
clock02-27-2016, 11:55 PM
Yorum: #10
Bölüm 9 - Jeju

Bölüm Şarkısı: ZE:A - All Day Long

Hayalete dönüştüğümü öğrenmemin üzerinden tam 2 hafta geçmişti. Geçen bu 14 günde grubun etrafta kimse yokken ne denli manyaklaşabileceği, bu 6 idolle aynı evde kalmanın 6 deliyle aynı evde yaşamaktan zor olduğu gibi pek çok şeyi öğrenmiştim. Hepsi birbirinden manyaktı ve menajerlerini çıldırtıyorlardı.
Benim için en sinir bozucu olansa Hyuk'u bir gölge gibi takip etmek zorunda kalışımdı. Her ne dilediyse artık, o olmadan bir yere çıkamıyor, dışarıdaysam içeri giremiyordum. 7/24 o nereye gitse onunla gitmek zorundaydım. Haliyle hayalete dönmüş olsam bile kendi evime gidemiyordum, VIXX'in yurdunda Hyuk'un yanında kalmam gerekiyordu.

Bunları keşfetmemizse zor ve acılı bir süreçle olmuştu. Mesela onun yanında kalmak zorunda oluşumu dışarı çıkmayı her deneyişimde görünmeyen bir kapı ya da duvara çarpıp bayılarak öğrenmiştim.
En azından benim için acılı olmuştu çünkü Hyuk beni izleyip gülmekten başka bir şey yapmıyordu. Neyse ki şu aptal duvarlar evin içerisindeyken işe yaramıyorlardı.

Yurtta kalmak zorunda olduğum bu iki hafta boyunca görmemem gereken yığınla şey görmüş, şahit olmamam gereken manzaralara maruz bırakılmıştım.

Hyuk ve Ravi aynı odada kalıyorlardı ve Bay Han Çok Bilmiş Sang Hyuk, diğer üyeler beni görmedikleri için onların odasında kalmamın sakıncalı olduğunu, onun yanında uyumam gerektiğini söyleyerek onların odasında kalmaya ikna etmişti.
Kabul etsem de başta Ravi ile oda arkadaşı oluşuna şaşırmıştım çünkü Hyuk ve Hongbin sürekli birliktelerdi. İkisinin birlikte olacağını ummuştum. (Hayır kesinlikle Hongbin'in gamzelerinin etkisi yok.)

Ama uykusuz geçen bir gecenin ardından acı gerçeği öğrendim.

Bu iki sırık horladıkları için bir aradalardı!

Diğerleri onların horlamasından bıktıkları için onları kendilerinden olabildiğine uzaklaştırmışlardı.
Hyuk neyse yine çekiliyordu ama Ravi...
Tüm gece odada filler koşturuyormuş gibi oluyordu.

O gecenin sabahında uyandıklarında (uyanmaları için Hakyeon'un su dökmesi gerekmişti) ilk işim Hyuk'a bağırmak olmuştu. Neden kızdığımı anlamamıştı.
Uykuya oksijenden daha fazla değer veren bir insanın bütün gece uyuyamayıp, mışıl mışıl uyuyan iki insanı izlemesinin nasıl acı verici bir şey olduğunu anlayamazdı tabii!

Ertesi gece nerede uyuyacağımı sorduğumdaysa "Düşünmemiz gerek." demişti.
Hakyeon'u çok korkak olduğu, eğer birden bire görünmeye başlarsam korkudan öleceğini düşündüğü için ihtimaller arasından sildi. Zaten ben de Leo'dan korkuyordum. Ken ve Hongbin'e ise sormama bile fırsat vermeden hayır dedi.

Geriye bir tek menajerleri kalıyordu, onu düşünemezdik bile. Birçok menajerleri olsa da onlarla birlikte kalan baş menajerleri biraz... garipti.
Jin hyung diyorlardı ama bir erkekten çok kıza benziyordu.
(Y/N: Menajerimiz Jin, Human_Race in Who? Of VIXX hikayesinden Yoo Jung. Okumadıysanız kesinlikle öneririm. Wattpaddeki en güzel VIXX fanfictionlarından biridir. Hatta listede başı çekiyor bile denebilir.)

Yeniden onların yanında kalamayacağım için eli mahkum beni Ken ve Hongbin'in odasına yolladı. Yeni sorunumuzsa nerede uyuyacağımdı çünkü Hyuk bana yatağını vermişti ama Ken ya da Hongbin farketmez ikisi de görmedikleri biri için yerde uyumazlardı.
Hyuk bu sorunu da köşeye bir yer yatağı yapıp "Sakın bozmayın! " diye bağırarak çözmüştü. Yurttaki herkes dengesizleştiğini düşündüğü için artık kimse yaptıklarına ses çıkarmıyor ya da itiraz etmiyordu. Verdikleri tek tepki acıyan bakışlarla bakmaktı.

Ama orada da uyuyamadım.

Çünkü Ken de Hongbin de çıplak uyuyorlardı!

Onların odasında kaldığım 3.günde farketmiştim bunu. İkisi de uyurken bir eşofman altından başka bir şey giymiyorlardı. Önceki iki gece daha ikisi gelmeden uyuduğum için farketmemiştim ama üçüncü gece Hyuk ile terasta durumum hakkında konuşmuştuk ve ben onlardan sonra odaya geldiğim için sere serpe uyuyan iki kaçığı görmüş ve Hyuk'un neden beni göndermek istemediğini anlamıştım, üyelerini benden kıskanıyordu aptal çocuk.

Hayalet oluşumun altıncı, VIXX'in yurdunda kalışımın beşinci gününde Hakyeon ve Leo'nun odasına yerleştirildim.
Leo'dan korkuyor olsam da menajere yakalanıp Hyuk'u zor durumda bırakmak istemiyordum. Nitekim arada bir Hakyeon'un ahjummavari tavırlarına şahit oluşum dışında bir sıkıntı da çıkmamıştı.
Ve bir de Leo'nun o kadar da korkutucu biri olmadığını farketmiştim.

Sadece sessiz biriydi.
Evin içinde bağırarak şarkı söylemediği zamanlarda tabii..

Diğerleri aşağıda son çıkardıkları albümün ilk ödüllerini kutlarlarken bizim terasta benim durumumu konuştuğumuz gece Hyuk, bu efsaneyi ilk Ken'den duyduğunu söylediği için sonraki günlerde sürekli çaktırmadan ondan bir şeyler öğrenmeye çalışmıştık. Daha doğrusu ben görünmediğim için Hyuk başında gevezelik yapıp durmuştu.
Sürekli ona dileğin geri alınıp alınamayacağını soruyordu. Ondan bıkan Ken ise bildiği her şeyi anlattığını ve kehaneti ona anlatanın Jeju'da çektikleri bir program için gittiklerinde tanıştığı yaşlı bir adam olduğunu söylemişti.

Ama bunu öğrenmemiz için son günlerde garip bir şekilde ortadan kaybolan Kenjumma'nın aniden meydana çıkması ve bir yığın çemkirmeyle birlikte bolca fırça yememiz gerekmişti.

Ben Hyuk'u Kenjumma ile birlikte bırakıp kaçmak istesem de evde değildik ve başka bir odaya kaçma şansım yoktu. Fotoğraf çekimi için geldiğimiz geniş bir meydan ve kolonlardan ibaret olan binanın dışına çıkamamıştım.

Kehaneti tamamıyla bilen tek adam da Jeju'da olduğu için son bir haftayı menajer ile şirket CEO'sunu Jeju'da bir tatil ya da reality show ayarlamaları için ikna etmeye çalışarak harcamıştık. Elimize geçen tek şeyse artık Hyuk'u her görüşünde kaçan bir CEO ile hayattan bezmiş bir grup menajer olmuştu. Ve tabii bir de endişelenmekten harap olmuş bir lider..

Hakyeon ona çok değer veriyordu. Aslında hepsiyle kan bağı varmışçasına yakın olsa ve çocuklarıymış gibi ilgilense de Hyuk daha ayrıydı. En küçükleri olduğundan mı yoksa ellerinde büyüdüğünden mi bilmiyorum ona daha bir dikkat ettiği gözümden kaçmamıştı.

Üyelerine bu denli değer veren altın kalpli lider, benim yüzümden acı çekiyordu.

Ve ben de vicdan azabıyla kıvranıyordum.
Hepsinin dengeleri sarsılmıştı ve ben bunun yegane suçlusuydum.

Çünkü onlarla uğraşmaya bayılan, rahat duramayan enerji dolu maknaeleri gitmiş, yerine sürekli kara kara bir şeyler düşünen ve dengesiz hareketlerle akıl sağlığından şüphe ettiren bir yabancı gelmişti.

Koşuşturmalar ve yol arayışlarıyla geçen bu iki haftanın sonunda benim aklıma gelen parlak fikirle soluğu KBS binasında almıştık.

Kovulmadan önce KBS'nin idollerle ilgili projelerinin olduğunu hatırlamıştım. Zaten hit olan idol gruplarına çok fazla para ayırmaları gerektiği ve çaylak gruplara ayrılacak paranın da boşa gideceğini düşündükleri için yeni yeni yükselişe geçen grupları gözlerine kestirmişlerdi. Ukala ve kibirli idollerden hoşlanmadığım için reddettiğim o projedeki aday grupların arasında VIXX de vardı. Ama program gezi formatında değildi ve gidecekleri yer de Jeju değildi.
Eğer kimseye farkettirmeden bilgisayarlardan birini alırsak ve program ayrıntılarını değiştirirsek kimse bir şey farketmezdi.
Hele projeyi almak zorunda kalan moron hiç farketmezdi.

Ama hesaba katmadığımız şeyler vardı.
Binanın içindeki CCTVler* ve benim ortadan kayboluşumla gözleri üstüne toplayan CEO ile babamın bugün bir buluşma ayarlamış olmaları gibi.
(CCTV : Güvenlik kamerası.)

CCTVleri kamuflajla atlatmış olsak da asıl tehlikeden kaçamamıştık.
Onlarla tam asansörden çıkarken karşılaşmıştık ve babam Bay Dinazor Yumurtasından Çıkmış Sang Hyuk'u şüpheli gözlerle süzmeye başlamıştı. Muhtemelen nereden tanıdığını hatırlamaya çalışıyordu.
KBS, bir televizyon kanalı olduğu için ortalıkta dolanan ünlüler görmeniz mümkündü ama Hyuk gibi kamuflaj yapayım derken dikkatleri iyice üstüne çeken bir sırık her gün görülmezdi.
Nitekim garip tavırları ve yüzündeki maskesiyle CEO'nun da dikkatini çekmişti.

Tam yanlarından geçip gidecekken CEO birden bire "Sen kimsin ve neden maskeyle dolaşıyorsun? " diye sordu.

Hyuk ne diyeyim dercesine bana bakmaya başladığında tüm şirketteki en uzun boylu insanı hatırlamaya çalıştım.
Hyuk'tan birkaç santim kısa olsa da yerden bitme CEO'muzdan daha uzun olan Bölüm Şefi Nam Ji Kyung aklıma gelmişti.

"Bölüm Şefi Nam Ji Kyung. Hasta olduğun için maske taktın." dedim CEO' ya söylemesi için.
Hyuk burnu tıkalıymış gibi bir sesle benim dediklerimi dikte ederken hastalığı duyar duymaz suratını ekşiten CEO ona gitmesini söylemişti. Mendeburun teki olsa da mikroplardan aşırı derecede korkardı.

Her ne kadar onları atlatmış olsak da stüdyoların olduğu katta olduğumuz için çekim yapan bir kız grubu vardı. Çekim içeride yapılıyor olsa da üzerinde STAFF* yazan yelekleriyle stüdyonun dışında dolaşan görevliler vardı.

(Staff : Sahne arkasındaki görevliler. Stilistler, kameramanlar, makyözler vb...)

Bu kadar insanın arasında değil bilgisayarlardan birinde oturup bir şeyler değiştirebilmek, farkedilmeden herhangi birinin yanından bile geçemezdik.
Bir çıkar yol bulmak için etrafıma bakındığımda hala asansörün önünde babamla konuşan CEO'yu farkettim. Birazdan konuşması bitecek ve asansöre buraya doğru gelecekti.
Ama ya ayağı bir şeye takılır da düşüverirse?

Aklıma gelen müthiş fikirle sırıttım ve Hyuk'a çaktırmadan kameraların görmediği tek yer olan temizlik malzemelerinin konulduğu deponun kapısına gitmesini söyledim.
Binadaki nadir kör noktalardan biriydi. Sebebini öğrendiğimde şaşırmamıştım, gelen rüşvetlerin kayıtlara girmemesi için bilerek kamera konulmamıştı.
Her ay düzenli kontroller yapılıyor olsa da kimsenin aklına temizlik malzemelerinin olduğu odayı kontrol etmek gelmiyordu.

Hyuk doğal tavırlarla kameranın görüş açısından çıktıktan sonra ben de hızlıca kameraları kapattım.
Eski modellerdi ve devre dışı kalmaları için elektrik kablolarını çekmem yeterli olmuştu. Ve geniş bir kare şeklindeki alana bakan iki kameradan da beş dakikadan kısa sürede kurtulmuştum.
CEO'nun yanına gidene kadar ne yaptığımı anlayamamış olan Hyuk, eğilip bağcıklarını birbirine bağladığımda olayı çözmüştü ve bana onaylayan gözlerle bakıyordu.
Kim bilir, belki maskesinin altından sırıtıyordu da.
Eski ve çocuksu bir yöntem olsa da işe yarayacağı kesindi.

Hyuk'un yanına gittim ve CEO konuşmasını bitirmediği sürece bir şey yapamayacağımız için aklımdaki planı anlatmaya başladım.

"Şimdi tek kelime etmeden beni dinle. Tamam? CEO yere düşünce yaygara koparacak ve herkes etrafına toplanacak. Şanslıysak olayı abartır ve hastaneye kaldırılır. Böylece burası tamamen boşalır."

Babamla konuşmaları umduğumuzdan uzun sürmüştü ama geç de olsa odasına dönmek için hareket etmiş ve bağcıkları yüzünden sendelemişti. Oldukça kilolu olduğu için bu basit sendelemede bile dengesini sağlayamayıp yere düşmüştü. Kendiyle birlikte babamı da düşürmüştü. Babamın dizi de yanındaki saksıya çarpınca o da üzerlerine devrilmişti.
Babama karşı suçluluk duysam da niyetim o değildi.
Yine de şanslıydık.

Çıkan gürültüyle masada bilgisayarların başında oturanlar da diğerleri gibi onların başına toplanmıştı.
Meydan bize kalmış sayılırdı ama yine de Hyuk'u tehlikeye atmak istemediğim için kendim gidip baktım. Benim olan yere, yerime alınan kişiyi yerleştirmiş olacaklar ki dosya eski masamdaydı.
Asıllarının üzerine okunmaz hale geldiklerinden emin olana kadar kahve döktüm. Ardından da bilgisayardaki asıl VIXX dosyasını bulup açtım. Hızlıca sayfaları tarayıp çekimin yapılacağı şehrin olduğu yeri buldum.
Gönderilecekleri yer zaten Jeju'ymuş!!

Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi olsam da diğer proje gruplarına baktım.
GOT7, SEVENTEEN, Nine Muses, BoyFriend, FTISLAND.
VIXX dışındaki tüm grupların projelerini kalıcı olarak sildim ve VIXX dosyasını 'ONAYLANMIŞ PROJE' başlığıyla kaydedip Yönetim Kurulu'na yolladım.
Kabul edilmemesi imkansızdı ve en azından emeklerimiz boşa gitmemişti.

Tam işimin bittiği ve Hyuk'un yanına gideceğim sırada gerçek Bölüm Şefini gördüm.
Şanslı olduğumuzu düşünmekte biraz acele etmiştim. Düştüğü ve rezil olduğu için yakınan CEO onu kaldırmak için gelenlerin arasında gerçek Nam Ji Kyung'u gördüğünde eşekten düşmüşe döndü ve bağırmaya başladı.

"İçeride sasaeng var. Yakalayın çabuk!! "

Hyuk ile birbirimize bakmamız ve benim onu kolundan çekip merdivenlere sürüklemem bir oldu. Zemin kata kadar hiç durmadan koştura koştura merdivenleri indik.
Sasaeng sanılması bir yana, yakalanırsa maskenin altından çıkacak insanın bir idol olması daha beterdi.

Rahat çalışmak için yer aradığım bir ara farkettiğim küçük depoyu hatırladığımda hiç tereddüt etmeden onu oraya sürüklemiştim ama yine gözden kaçırdığım bir ayrıntı vardı.
Orası bir insanın zor ayakta durabileceği kadar alçaktı.

Ve bahsettiğimiz insan Bay Dinazor Yumurtasından Çıkmış Sang Hyuk olunca, bu küçük ayrıntı, bir ayrıntı olmaktan çıkmış ve sığmak zorunda olduğumuz küçük bir soruna dönüşmüştü.

Diğer insanlar beni hissetmiyorlardı, bir vücudum yoktu ama Hyuk'un yanındayken kanlı canlı bir insan gibiydim.
Ve sonuç olarak onun oturduğu, benimse dizlerine oturmak zorunda olduğum bu rahatsız pozisyona mecbur kalmıştık. Hatta kafası tavana çarptığı için omzuma yerleştirmişti.

Uzun süre bekledik.
Dışarıda sasaeng arayan güvenlik görevlilerinin sesleri kesilene, kapının altından sızan ışık soluklaşana kadar bekledik.
Başlarda çok tedirgin hissediyordum. Ama zaman geçtikçe -belki de varlığına alıştığımdan- normal gelmeye başladı.
Başı omzumdaydı ve her nefes alış verişinde sırtımda hissettiğim göğsü inip kalkıyordu.
Zaman, ikimiz için de durmuş gibiydi.
Ama Hyuk'un titreyen telefonu anın büyüsünü bozmuştu. Arayan Hakyeon'du. Birkaç kez daha aramasına rağmen Hyuk telefona cevap vermeyince mesaj atmaya başladı. Başını arkaya çeviremediği için ellerini ön tarafa getirip telefonu açtı ve yine omzumun üstünden mesajları okudu. Tabii tam önümde olduğu için onunla birlikte ben de okumuş oldum.
Yurttan çıktığımızdan beri gelmiş olan çok fazla mesaj vardı ve telefon bir anlığına da olsa dondu.
Hızlıca önceki mesajları geçip biraz önce gelen son mesajlara baktı.

<Hakyeomma : Hyuk~~~>
<Hakyeomma : neden açmıyorsun telefonu>
<Hakyeomma : saatlerdir neredesin?>
<Hakyeomma : konuşamıyorsan bile mesaj yaz>
<Hakyeomma : senin için endişeleniyorum>

Tüm üyelerden mesaj vardı ve en çok endişelenenler Hakyeon ve beni şaşırtan bir şekilde Leo oldu.

Artık çıkmamız gerektiğini ikimiz de anladığımızdan hiç bir sözlü iletişim olmadan ikimiz de yavaşça kalktık. Ben kapıyı açamadığım için onun emekleyerek açması gerekti ve yine şans bugün bizimle olduğunu haykırırcasına kendini gösterdi.
Geniş antrede kimse yoktu.
Girişteki güvenlik de yerinde yoktu.
Fırsattan istifade hemen binadan kaçtık.

Dışarı çıktığımızda içerideyken sesim duyulur da yakalanırız korkusuyla ona bilgisayarda yaptıklarımı söylemediğim için olan biteni anlattım.
Gidecekleri yerin zaten Jeju olduğunu duyunca kalın sesiyle attığı kahkahalar yüzünden -ya da belki tek başına böyle güldüğü için- insanlar bize, yani ona bakmaya başlamıştılar.
Şirketten yurda gidene kadar konuştuk.
Yol uzundu ve ikimizin de birbirine yabancı iki insan olarak birbirimize anlatacağımız çok şey vardı.

Yurda vardığımızda bizi bekleyen manzarayı tahmin edebiliyordum. Endişeli bir Hakyeon, kızgın bir Leo, kızdığı için kırgın olan bir Ken, tepki göstermekten çok diğerlerinin tepkileri için endişelenecek olan Ravi ve Hongbin.. Bir de menajerleri vardı tabii.
Şimdiye kadar hiç üyelere kızdığını ya da bağırdığını görmemiştim, sadece arada lider ile atışırlardı.
Ve o basit atışmalarda bu kadar sinirlenen adam -ona adam demek cidden zor geliyor- böyle bir durumda nasıl bir tepki verirdi kestirmek zordu.

Ama tahminlerimin hiç biri gerçekleşmedi.
Ne Hakyeon hesap sordu, ne de Leo kızdı.
Hongbin "Jin hyung seni yukarıda bekliyor. " dan başka bir şey söylemedi. Aynı sessizlik Ravi ve Ken'de de vardı.

Hyuk da en az benim kadar şaşkındı ve ne olduğunu anlamayan bakışlarla hyunglarına bakıyordu.
Hiç birinin yüzünde bir ifade yoktu.
Tam merdivenlere yöneldiği sırada, mutfaktan çıkan menajer seslendi:

"Hyuk, aç mısın? Eğer açsan senin için biraz ramen ayırdım. Yedikten sonra yanıma gelirsin. Ben yukarıdayım."

Açtı elbette, tüm gün benim peşimde koşturmaktan hiç bir şey yiyememişti. Ama mutfağa gitmek yerine biraz önce menajerlerinin onun yanından geçerek çıktığı merdivenlere yöneldi. O çıkınca ben de peşinden çıktım.
Başına bunları açan benken, cezayı sadece ona kesemezdim.

Menajer kendi odasına girdi, Hyuk da peşinden ama benim içeri girmeme izin vermedi.
Menajer sinirli görünmüyordu, üyeler de öyle.
Hepsi garip bir şekilde sakinlerdi.
Amacını anlamamış olsam da kendi çevresini benden daha iyi tanıyordu ve gitmemi istediğine göre bildiği bir şeyler vardı mutlaka.
Ben de aşağı indim.
Biraz önce sessizliğe gömülmüş salonda şu anda sadece televizyonun sesi vardı.
Bir haber kanalı açıktı ve bugün yaşanan bir saldırıdan bahsediliyordu.

KBS'yi duyunca neyden bahsettiğini anlamak için odaklandım.

"Bugün KBS2 şirket binasına giren bir sasaeng fan, şirket CEO'su Im Sung Hee'yi yaraladı. Fanın uzun boylu bir erkek olduğu girişteki kamera kayıtlarından belirlendi.
Fanın, bugün bir yayına katılmak için binada bulunan Nine Muses grubunun sasaengi olduğu düşünülüyor. Gaspın, Nine Muses'in çekim yaptığı katta gerçekleşmesiyse olayı doğrular nitelikte...."

Duyduklarım karşısında dudaklarıma yayılan gülümsemeye engel olamadım.
Şu Nine Muses, resmen hayatımızı kurtarmışlardı.

~~~~~~~~~~~








Yararlı linkler: KT Kuralları, Kore, Kore Dizileri, izle

Deneme bonusu - bahisnow - casinoslot - deneme bonusu - deneme bonusu veren siteler
melbet - dinamobet - süpertotobet - betsmove - casino siteleri - hansenmedical.com
casinoproffen.com - favorislot - https://www.phillwebb.net - aseansec.org


Site içerik sağlayıcı: Koreanturk.com (Official)