Anket Başlığı: En İyi Senaryo Hangisi? | Bu anket oylamaya kapatılmıştır. | |||
Birinci Senaryo | 11 | 26.83% | |
İkinci Senaryo | 5 | 12.20% | |
Üçüncü Senaryo | 2 | 4.88% | |
Dördüncü Senaryo | 10 | 24.39% | |
Beşinci Senaryo | 10 | 24.39% | |
Altıncı Senaryo | 3 | 7.32% | |
Toplam | 41 Oylar | 100% |
* Siz bu anket'te oy kullanmışsınız. | [Anket Sonuçlarını Göster] |
Görüntüleme Tercihi
Konu Görünümü | Tam Görünüm
[SONUÇLANDI] KT'nin En İyi Senaristlerini Seçiyoruz
07-13-2016, 05:17 PM
Yorum: #1
|
||
|
||
Bu konu en son: 07-22-2016 tarihinde, saat: 02:37 AM düzenlenmiştir. Konuyu düzenleyen: SevgiKT
Düzenlemiş olduğum senarist yarışması bitti. Aslında bu konunun dün açılması gerekiyordu, yeterince katılım olmadı. Kurallara göre en az 5 kişi katılmadıydı asıl verdiğim süre bitince 4 kişi katılmıştı. Böyle olunca iptal etmem gerekirdi. Ama katılmış olan 4 kişinin emeğine yazık olmasın diye süreyi 1 gün uzatmış oldum.
* Yarışmaya katılmışlar hangi senaryo kendilerine ait oylama bitene kadar kimseye söylememeliler. * Kendileri de oy kullanabilir. Hangi senaryo kime ait bildiğim için ben oy kullanmayacağım. 6 kişi katıldı okuyup en beğendiğiniz senaryoya oy verebilirsiniz. (Uzun oldukları için"mesajı aç" butonuna basıp okuyabilirsiniz) Birinci Senaryo: Cheese in the Trap Spoiler (Mesajı Aç)
Yoo Jung Herkes geçmişte yaptığının cezasını er ya da geç ödemelidir. Benim hayat felsefem de bu ve bana göre doğru olan da bu. İnsan karşısındakine yaşattığını, kendisi de yaşamalı. Bunu düşünüyorum diye kötü mü oluyorum? Neden? Asıl beni anlamayanlar düşünmeli gerçekte neyin doğru ya da yanlış olduğunu? Evet, Seol’e de kötülüğüm dokundu ama hepsi onu gerçekten tanımadan önceydi. Artık onu kaybetmekten korkuyorum. Birbirimize gerçek hislerimizi, en derinimizden geçenleri söyleyeceğimize söz verdik fakat ben hala bu konuda endişeliyim. O beni anlayamazsa hiç kimse anlayamazmış gibi geliyor. Yanlış mı düşünüyorum? Sürekli iç hesaplaşmaları yapmaktan, kendimle çelişmekten, başkalarına gülümsemekten çok yoruldum. Neden alttan almak zorunda kalan ben olayım? Ben güçsüz değilim, herkesin savunma mekanizmaları vardır. Benim savunma mekanizmam da bu oldu sanırım. Herkese hak ettiklerini yaşat! Kahramanlar kötülere ceza verince oluyor ama ben ceza verince olmuyor. Sanırım bunun için birisinin sizi kahramanı olarak kabul etmesi gerekiyor. Seol, beni anlamaya çalıştığı için onun kahramanı olabileceğimi düşünüyorum. Kahramanın olabilir miyim Seol? Hong Seol Yoo Jung sunbae ile hiçbir şeyin güllük gülistanlık başlamadığı doğru… Evet, hem de fazlasıyla enteresan başladı her şey, ne ben ondan hoşlandım ne de o benden hoşlandı ilk başta ama işler buraya kadar geldi işte. Galiba hikâyelerini ilginçleştirenler, içinde yer alanların ta kendileri. Çok ilginç bir insan olduğumu söyleyemem ama Jung’ın ilginç olmanın da ötesinde bugüne kadar gördüğüm en uzaylı insan olduğunu söyleyebilirim. Neden uzaylı? Çünkü o hepimizden farklı bir düşünsel süreç işletiyor kafasının içinde. Bunu çözmek pek mümkün değil. Madem çözemiyorsun ne konuşuyorsun diyeceksiniz? Benim farkım, onu anlamaya çalışmak… Mutluyum aslında ama tedirginim de. Onunla birlikte olmak, ona sarılmak huzur verse de bir yanım birazcık da olsa huzursuz. Aslında o kadar iyi bir insan ki, melek gibi ama konu intikam almaya geldiğinde sanki tüm beyazlığı soluyor ve derin bir karanlığa dönüşüyor. Yüzleşmek istemesem de o karanlığın içinde bir zamanlar ben de vardım ve onun o en kötü tarafıyla karşılaştım. Şimdi ise beyazların içinde cennette gibi olsam da her an karanlığı hissedebilecek olma ihtimali beni korkutuyor. Belki de kaybetme korkusudur bu. Onu seviyorum ve kaybetmek istemiyorum, bu yüzden anlamak zorundayım aklından geçenleri. Anlamak zorunda kalmak beni yoruyor ama o güzel gülüşünü kaybetmesini istemiyorum. Sığınacağın güvenli limanın olabilir miyim Yoo Jung? 14. bölüm sonu… Yoo Jung Çok sinirlenmiştim. Senelerdir herkesi sömürmeye çalıştığı yetmezmiş gibi notlarımı da çalması ve üstüne üstük onlara “değersiz” yakıştırmasını yapması, bardağı taşıran son damla olmuştu. Bizim şirketteki görüşmeye gelmesi için ısrar etmemiştim ama o hazıra konmaya meraklı olduğu için kolayca tuzağa düşüvermişti. Görüşmeden geçemedi elbette ki, benden aldığı yanlış taktik de işine yaramamıştı. Üzülmedim, o üzülüyor muydu sanki herkesten bir şeyler otlanırken? Hiç sanmıyorum… Yaptıklarını bir bir yüzüne söylediğimde sanki hiç yapmadığı şeyleri söylüyormuşum gibi şaşırmış bir ifade takınması ise son derece aptalcaydı. Yakasından tutmaya bile değmezdi, onu geriye doğru ittirip kendi iç hesaplaşmasıyla baş başa bıraktım ve kendimi sakinleştirmeye çalışarak şirkete doğru yöneldim. Ana girişe doğru yürüyordum ki onu görüp durdum. Görmüş müydü? İzlemiş miydi bizi? Ne yapacaktım? Damarlarımdaki kan, ayaklarımdan kalbime doğru çıkarken vücudumu titretti. Adeta donup kaldım. Söyleyecek söz bulamamıştım, isminden başka; “Seol”. Benden kaçmasını bekliyordum, bu dünya üzerinde kalan son şansımın da yok olmak üzere olduğunu anlamıştım. Kaçmalıydı benden, yapılması gereken buydu fakat beklemediğim bir şey oldu, bana sarıldı ve beni anladığını söyledi. Tüm sinirim çekilmiş, kollarım uyuşmuş gibiydi. Ne yapacağımı bilemiyordum, belki de ilk defa sevgisinin sıcaklığını bu denli hissetmiştim. Artık uzak değildik ve beni anladığını, bunu neden yaptığımı bildiğini söylediği anda ona bir kez daha bağlandım. “Senden kaçmayacağım” dedi. Kaçmayacaktı ve benimle olacaktı, öyle mi? Her şeye, daha doğrusu bana rağmen? Başını iyice göğsüme yasladığında ben de ona sıkıca sarıldım, yaşadığıma inanmak için kollarımın onu hissetmesine ihtiyacım vardı. Nasıl olmuştu da ona âşık olmuştum bilmiyordum, tek bildiğim artık o olmadan yaşayamayacağımdı. Bu dünyada, bizi anlayan bir kişi, sadece bir kişi olsa yeterliydi ve beni anlayan o kişi de o anda bana sarılan sevdiğim insandı. Kokusunu içime çektim ve ona daha da sıkı sarıldım. Seol, incinmemden korkuyordu. Yaptıklarımın sonuçlarının beni daha da incitmesinden… Diğer insanların ne düşündüğünden ziyade benim zarar görmem onu endişelendiriyordu ve bu durum ilk defa başıma geliyordu. İlk defa birisi diğerleri ne düşünür dememişti. Sürekli beni eleştiren babam geldi aklıma ama kovaladım düşünce bulutlarını ve Seol’un gözlerine odaklandım, bana sevgiyle bakan gözlerine. İntikam almaktan vazgeçebilir miydim bilmiyordum ama bir gün bunu yaparsam Seol için yapacaktım. Birkaç gün sonra okula gittim, hem son raporu verecektim hem de bu bahaneyle Seol’ü görecektim. Okuldaki işlerimizi hallettikten sonra çıktık, uzun zamandır düşündüğüm, hayalini kurduğum fakat dile getiremediğim düşüncemi açtım ona ve birlikte seyahate çıkmak istediğimi söyledim. Heyecanlandı ama kabul edip etmemek arasında gidip geliyordu. Neden tereddüt ettiğini önce anlayamamış olsam da iyi aile kızları gibi şeyleri ağzında gevelemeye başlayınca, teklifimi kabul hemen kabul ederse onu yanlış anlayabileceğimi sandığını fark ettim. Bu kız, her haliyle bana yaşama sevinci veriyordu. Ufak, kırılgan, pamuğa benzeyen bir Karahindiba gibiydi hani şu üfleyince uçuşanlardan. Gülümsedim, onunla dalga geçmek istemiyordum ama arada bir biraz uğraşmak da eğlenceli geliyordu. Evinin önüne vardığımızda bir şey söylemek üzere gibiydi hatta içten içe can çekişiyordu. Bir sorun olabilir miydi? “Elini uzat” dediğinde tedirginlik kat sayım artmıştı. Parmağıma değen ufak metalin soğukluğunu çok hafif hissettim. Onun elleri ise sıcacıktı metalin aksine ama yine de ne yapmaya çalıştığını anlayamamıştım. Ardından gümüş halkayı sol elimin yüzük parmağına geçirdi, şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemiyordum. Altı aydır çıkmamıza rağmen neden ona yüzük almadığım hususunda sitemini de ettikten sonra kendi elindeki yüzüğü gösterdi. O kadar şaşkındım ki ağzımı açıp tek kelime edemeyince yüzü düştü. Beğenmediğimi sanmıştı ama duygularımı o kadar içimde yaşıyordum ki sanki dışarı taşsalar onları tutamayacak ve bu mutluluğu tadamayacak gibiydim. Sadece teşekkür edebildim hayatımda ilk defa yaşadığım bu mutluluğun karşısında. Sadece teşekkür… Gülümsediğimde, içi rahatlamıştı. Etrafına bakındı ve uzanıp dudaklarıma kısa bir öpücük kondurdu ve tüy kadar hafif oluşunu ispatlarcasına arabadan inip uçtu gözlerimin önünden. Baek In Ha… Başıma bela olmuştu adeta. Neden bu kadar takılmıştı bana bilmiyordum ama ne kadar istesem de söküp atamıyordum onu. Aslında Seol’e karışmasa olduğu gibi yaşayıp gitmesinde mahsur yoktu ama utanmaz bir şekilde babamın yanına kadar gidip ona olayları farklı şekilde anlatıyordu ve Seol ile aramızı bozmaya çalışıyordu. Ne saçmalık! Babam, In Ha ile konuştuktan sonra Seol’den ayrılıp Avrupa’ya gitmemi istemişti. Artık sinirimi içimde tutmayacaktım, yüzleşecektim sinirimi bozan herkesle ve buna babam da dâhildi hatta ilk sırada o vardı çünkü hayatıma In Ha ile In Ho’yu kendisi sokmuştu hem de boş yere. Kardeşim olmalarını istemişti ama onlar kendilerine bile kardeş olamamışken bana nasıl kardeş olacaklardı ki? Son oyunumu oynayacaktım zamanı gelmişti. Kore’de katılacağın son etkinlik demişti babam. Umurumda bile değildi, ister son ister sondan bir önce. Hiç fark etmezdi. Babamın başkalarını dinlemeden önce bana inanması gerektiğinin farkına varması gerekiyordu artık. Tek yaptığım şey, davetli listesine birkaç isim eklemek olmuştu o kadar. Baek In Ha tam da tahmin ettiğim gibi o mükemmel kişiliği ile takdire şayan bir biçimde tuzağa kendi ayağıyla düşmüştü. Beni tanıdığını ve anladığını söyleyen tek kişi olduğunu iddia ediyordu ama Seol’ü sevdiğimi anlayamamıştı. Etkinlikte çıkarttığı rezillikten sonra babam onu tanımazlıktan geldi ve bu durum, In Ha’yı daha da yıktı. Onu kapıdan sürükleyerek çıkarmaya çalışırlarken sadece izledim ve evet, keyif aldım. Artık bitmişti, bir daha onu görmemeyi umuyordum. Herkes dağıldıktan sonra biz de mekanı terk ettik, babama onunla konuşmak istediğimi söyleyince “eve gidelim öyleyse” dedi. Ev, evimiz artık her ne ise benim için en soğuk zamanlarımı geçirdiğim, sürekli üşüdüğüm bir yer olmuştu. Babam, önümden sakin adımlarla salona doğru ilerlerken bunları düşünüyordum. Tekli koltuğa oturmadan önce içkisini doldurmuştu, karşıma geçip oturdu. Ben ayakta durmayı tercih etmiştim, kısa bir nefesten sonra konuşmaya başladım. Tatile gideceğimi, şirketteki bütün haklarımdan gerekirse vazgeçeceğimi ve artık onun gözetiminde yaşamak istemediğimi söyledim. Duyduklarından sonra elindeki içki bardağı yere yuvarlandı ve ayağa kalkıp dirseklerimden tuttu. “Jung! Böyle yapma. Konuşabiliriz, ben senin babanım oğlum” dedi, duydukları onu fazlasıyla endişelendirmeye yetmişti, asıl endişelendiği ise veliahdının elden gidiyor oluşuydu. Gözümde kendini acındırmaya çalışan bir insandan farksızdı. Saçmalıyordu, saçmalayan insanlardan nefret edilmez mi? Gözlerimi kıstım ve hayal kırıklığını kalbimin en derininde hissederek ona baktım, “Baba mı? Bana inanmayan, beni değil de çevresindeki insanların ne düşündüğünü önemseyen bir baba mı?” diye sordum. Sorum karşısında afallamıştı, dirseklerimi tutan elleri bileklerime doğru kaydı ve parmaklarını sıkılaştırdı, “Haklısın, ben hata ettim. Özür dilerim, lütfen gitme” dedi. Sürekli güçlü yönünü gösteren babamın belki de ilk defa karşımda bu denli güçsüzleştiğine tanıklık ediyordum. İçim burkulsa da hissettiklerimi doğrudan, sağa sola sapmadan dile getirmeye devam ettim ve “İkimizin de düşünmeye ihtiyacı var bence. Aslında asıl düşünmeye ihtiyacı olan sensin, ben yeteri kadar düşündüm bu zamana kadar. Karar ver baba… Beni mi sevmek istiyorsun yoksa kafanda yarattığın Jung’ı mı?” diye sordum. “Oğlum, ben…” dedi çaresiz bir tınıyla. Böylesine çaresiz kalması beni iyice çileden çıkarmaya başlamıştı. Bu zamana dek onunla yüz yüze tartışmamı mı beklemişti yani? “Sadece tek bir cevap istiyorum senden. Beni neden olduğum gibi kabul edemiyorsun?”. Sorum onu sarsmıştı, gözlerini gözlerimden kaçırdı ve “Çünkü bu doğru değil… Ben de sana benziyordum oğlum ama ben değiştim, çok çabaladım.” dedi. Bana mı benziyordu? Yani benim yaptıklarımı o da mı yapıyordu? Alaycı bir tavırla gülümsedim ve “Ne demek bana benziyordun?” diye sordum. Ağzında “şu anda yaşadığın şey…” tarzında bir şey geveledi. “Nasıl yani? Öyle olduğu halde mi?” derken sesim yükselmişti çünkü kendisinin de aynı şeyleri yaşamasına rağmen nasıl bu denli anlayışsız olabildiğini merak etmiştim. Biraz önce gözlerimden kaçırdığı gözleri tekrar gözlerimi bulduğunda “Gerçekten özür dilerim. Sana karşı hep suçluluk hissettim. Sana sevgimi yeteri kadar gösterebilseydim belki de…” dedi. Fakat artık çok geçti, bunu sesli düşünmüştüm. Beni tamamen kaybettiğini düşünüp, iyice umutsuzluğa kapıldığı yüzünden okunuyordu, tek çaresi isteğimi kabul etmekti. “Özür dilerim, hatalarımı telafi etmeye çalışacağım. Dediğin gibi yap, bir süre uzaklaş. Hiçbir şey düşünme ve hazır olduğunda gel, lütfen…” dedi. Amacım küçük çocuklar gibi bir şeyler koparabilmek için duygu sömürüsü yapmak değildi ama bu durumu Seol ile birlikte gitmek için kullanacaktım hem de dibine kadar. Ruhumu özgürleştirmek sanırım bana daha iyi gelecekti, bunun için de tek ilacım onunla birlikte gitmekti. Kafesten uzaklaşmanın vakti gelmişti. Aslında dönmezdik belki de, hep gittiğimiz o yerde kalırdık ve o şekilde yaşardık? Hem tebdili mekânda ferahlık vardır derler. Belki de gerçekten vardır? Bundan sonra izin almak yoktu, pürüzsüz bir ses tonuyla “Seol ile gideceğim, bir süre burada olmayacağız” dedim. Duraksadı, omuzları düştü bitap şekilde ve “Seol mü? O kız mı?” diye sordu. “Evet” deyip omuz silktim ve sıkıca tuttuğu bileklerimi ellerinden kurtarıp arkamı dönüp gittim. Babamın evinden çıktıktan sonra Seol’ü aradım ve ondan ailesinden birkaç günlüğüne değil de bir süreliğine izin almasını istedim. Telaşlandı önce ama sorun olmadığını söyledim, babamla yaşadıklarımı daha sonra anlatmak istiyordum. Ertesi sabah evinin önünde onu beklerken Baek In Ho geldi, söylediğine göre In Ha çıldırmıştı ve her yerde bizi arıyordu. Omuz silktim yine, umursamaz tavrımı görünce sinirlenmişti. Aslında açıklamak istemiyordum ama In Ha’nın babama, Seol ile ilgili söylediklerini yüzüne vurduğumda geri adım atmıştı. Az sonra Seol evden çıktı, sarıldık. Benden çekindiği için mahcup bir şekilde In Ho’ya başıyla selam verdi. Tam arabaya biniyorduk ki saçı başı dağılmış bir vaziyette Baek In Ha çıkageldi. Hepimiz şaşkın bir şekilde ona bakarken yüzüne sinsi bir gülümseme yerleştirdi ve Seol’ün üstüne atladı. Hemen Seol’ün yanına koştum ve In Ha’yı onun üstünden çektim. Seol’ü kurtardığım için sinirlenen In Ha, yüzüme okkalı bir tokadı geçiriverdi. In Ho ise şok geçirmiş gibi olanları seyrediyordu, “al şunu” diye bağırdığımda silkinip kendine geldi ve In Ha’yı sürükleyerek götürmeye başladı. In Ho, onu çekiştirerek götürürken “hepinize bunu ödeteceğim” diye bağırıyordu. Seol, çok korkmuştu. Onu arabaya bindirdim ve sırtını sıvazlayarak sakinleşmesine yardımcı olmaya çalıştım. Kireç gibi olmuş ufacık suratını göğsüme yasladı ve “hep böyle mi olacak?” diye sordu. Başımı salladım, In Ha bir intikam daha istiyordu ama her şeyin uygun bir zamanı vardı. Zaten böyle giderse o kendinden kendi kendine intikam alacaktı ve açıkçası bu benim için hiç sorun olmazdı. Seol’ü aslan yelelerinden öptükten sonra gaza bastım ve yola çıktık. Uzaklaştık… Uzaklaştık diye sorunlarımız bizimle gelmedi mi? Geldi tabii ki, gelmez mi hiç? Bir hafta sonra Baek In Ha’nın benim evime kapıyı kırmak suretiyle girip intihar ettiği haberini aldık. Seol, fazla belli etmemeye çalışsa da In Ho için çok endişelenmişti ama bizim yapabileceğimiz bir şey olmadığını söyledim. Bunu söylememiş olmama rağmen benden gizli aramıştı onu ama bunun üstünde durmamıştım. In Ho, bir şekilde idare ederdi, sanırım. Durumu haber vermek için babamı aradım, zaten haberi vardı. Evi satmasını istedim. İlgileneceğini söyledi, nasıl olduğumuzu sordu. İyiydik aslında ama uzaktayken bile aldığımız haberler canımızı sıkıyordu. Hayat, tuhaftı. Hem zaten ben de normal bir insan değildim ama yanımda Seol olduğunda ve onun gülümsediğini gördüğümde daha iyi hissediyordum. O benim ruhuma iyi gelen bir ilaç gibiydi. Bazı yönleriyle bana benzeyen, bazı yönleriyle benden farklı ama ruhuma eş, bana eş... SON İkinci Senaryo: Gap Dong Spoiler (Mesajı Aç)
[Yazardan not: Ben sonunu Ji Yun ve Tae Oh karakterleri açısından değiştirmek istiyorum.] Tae Oh yaptığı şeyleri düşündü. Bunca zaman gerçek Gap Dong'un kim olduğunu öğrenmek istiyordu ve onun yaptığı şeyi yapmıştı. Bir sürü insanı öldürmüştü. Tae Oh kendisine güvenen tek kişinin Ma Ji Yun olduğunu biliyordu. Bunun farkındaydı. Gecenin karanlığında yürümeye başladı. Sarhoş gibiydi. Yaptığı şeyleri düşündükçe kafası yok olacakmışçasına ağrıyordu. Yaptıkları bir bir gözünün önünden film şeridi gibi geçiyordu. Ma Ji Yun'un kendisine söyledikleri çok ağır sözlerdi. Tae Oh uçakta tekrar birini öldürdüğü için Ji Yun artık ona güvenmemeye başlamıştı. Tae Oh kendinden bir daha nefret etti. Tae Oh kendisine inanan tek kişiyi de kaybetmek istemiyordu. Sarhoş gibi sallana sallana yürürken Ji Yun'un evinin önüne gelmişti. Ji Yun'un odasının olduğu pencereye baktı. Ellerini ağzına götürdü ve "Ji Yuun" diye seslendi. Sesi biraz çatlamış gibi çıkmıştı. Yolun tam ortasında duruyordu. Kafasını sağa çevirdi ve arabanın farları gözlerini alıyordu. * * * Tae Oh gözlerini açtığında yatakta yattığını fark etti. Gözlerinin önüne pus inmişti. Etrafına zorla baktı ve koluna takılmış olan serumu fark etti. İçinden 'Sanırım hastanedeyim.' diye düşündü. Kafasını kapıya doğru çevirdiğinde Ji Yun'u gördü. "Ne işim var benim burada?" dedi, boğuk bir sesle. Ji Yun, Tae Oh'un yanına yaklaştı. "Araba çarptı sana." dedi. Tae Oh gözlerini sımsıkı kapattı. Bu duruma düşmesi kendi suçuydu. Aslında daha beterini hak ettiğini düşünüyordu. * * * Hastane çıkışını yaptıktan sonra Ji Yun onun yürümesine yardımcı oldu. Tae Oh'un güçlükle arabaya binmesine yardımcı oldu. Ji Yun, Tae Oh'u evine götürmüştü. Ji Yun, Tae Oh'un yatağa yatmasına yardımcı oldu. Ji Yun, Tae Oh uzunca baktı. Gözlerinde üzgün bir ifade vardı. Bir süre sonra Ji Yun "Ben gideyim." dedi. Tae Oh, arkasını dönmüş gitmekte olan Ji Yun'un kolundan tuttu. Ji Yun dönüp arkasına baktı. Tae Oh bir süre Ji Yun'a baktı. Ji Yun "Ne söyleyeceksin?" diye sordu. Tae Oh'un gözlerinden yaş damlaları düştü. Ji Yun yatağın kenarına oturdu ve kafasını Tae Oh'a yaklaştırdı. Yumuşak bir ses tonuyla konuştu. "Ne oldu, neden ağlıyorsun?" Tae Oh, Ji Yun'un elini sıkıca kavradı. "Benim düzeleceğime inanan tek kişi olan seni kaybetmekten korkuyorum." Ji Yun, hafif bir tebessüm etti. Bu tebessümde bir farklılık vardı. Acı bir tebessümdü. "Merak etme, hep yanında olacağım. Çünkü inancımı kaybetmedim. Sen düzeleceksin." * * * Ji Yun ve Tae Oh tüm zamanlarını birlikte geçirmişti. Neredeyse 3 ay kadar birlikte takılıyorlardı. Birlikte kafeye gidiyorlar, birlikte alış veriş yapıyorlar, birlikte gece yıldızları izliyorlardı. Tae Oh bu süreç içerisinde hiçbir kötü olaya karışmamıştı. Ji Yun onun gerçekten düzelebileceğine inanmıştı ve inandığı şey gerçek olmuştu. Bir gün Tae Oh ve Ji Yun, gökyüzündeki yıldızları izliyorlardı. Ji Yun kafasını yukarı kaldırmış, gökyüzündeki yıldızları gülümseyerek izliyordu. Tae Oh, Ji Yun'a baktı. Tae Oh kendi kendine mırıldandı. "Uzaktan izlediğim o gülümsemen, Bir ısıtır, bir üşütür, bir ağlatır, bir güldürür, Gülüşün hem bir hastalık, hemde bir sağlık gibi." Ji Yun kafasını Tae Oh'a döndürdü. Sevimli bir şekilde "Hı? Bir şey mi dedin?" dedi. Tae Oh "Hayır, sadece..." Biraz duraksadı. İstemsizce yüzünde bir tebessüm oluştu. "Benimle evlenir misin?" Ji Yun şok olmuştu. Duyduğu şeye inanamamıştı. "Ne?" Tae Oh gülümsemeye devam etti. "Duydun işte. Benimle evlenir misin?" Ji Yun, Tae Oh'a kocaman bir gülümseme ile cevap verdi. * * * Ji Yun ve Tae Oh evlenmişlerdi. Harika bir düğünleri olmuştu. İkisi evleneli 6 ay kadar olmuştu. İkisi de çok mutluydu. Çünkü Tae Oh artık eskisi gibi değildi. Hatta çok yardım sever bir eşti. Karısı Ji Yun'a her konuda yardım ediyordu. Bir gün Tae Oh eve geldiğinde evin kapısının aralık olduğunu gördü. Açık olan kapıyı itekledi ve içeri girdi. Holdeki vazo yere yığılmış ve kırılmıştı. Tae Oh kırılmış vazo parçalarının üstüne basarak salona geçti. Salonda kanepenin üstünde çıplak yatan kadın ve üzerini giyinen bir erkek ile karşılaştı. Tae Oh gördüklerine inanamıyordu. Salondan içeri girdi. Üzerini giyen adam ona şaşkınlıkla baktı. Tae Oh karısına baktığında kafasında kanlar olduğunu gördü. Adam karısına tecavüz etmişti. Tae Oh adama yaklaştı. Adam kaçmaya başlamıştı. Tae Oh adamın peşinden koştu ve onu yakaladı. Adamı öldüresiye dövmeye başladı. Eline sert bir şey aldı ve yerde kanlar içinde yatan adama vurmaya devam etti. Tae Oh sakinleşemiyordu. Adamı öldüresiye dövüyordu. Tae Oh birden hıçkırarak ağlamaya başladı. Elindekini yere attı ve olduğu yere çöktü. Elleriyle başını tuttu. Arkasına dönüp baktı. Karısının gözlerini yavaşça açtığını gördü. Yerinden kalktı ve karısına yaklaştı. Bu durumda ne yapması gerektiğini bilemiyordu. Karısının yanına geldi ve ellerini karısının boğazına dayadı. Karısının boğazını sıkmaya başladı. Ji Yun nefes almakta zorlanıyordu. Ji Yun bağırmaya başladı. "Tae Oh dur!!" dedi zorlukla. Bir süre sonra Ji Yun direnmeyi bıraktı. Tae Oh, Ji Yun'un hareket etmeyi kestiğini fark edince Ji Yun'un boğazını sıkmayı bıraktı. Ellerini Ji Yun'un boğazından çekti. Ji Yun ölmüştü. Tae Oh, hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Başına vurmaya başladı. Kendini dövüyordu. * * * Tae Oh, hapishanedeyken kendisini ziyarete gelen doktoruna dike dike baktı. "Neden geldiniz?" Tae Oh'un doktoru, Tae Oh'un sorusuna cevap verdi. "Size önemli bir şey söylemek için geldim." "Nedir bu önemli şey?" Doktor söylemek istiyordu. Fakat söylemekte zorluk çekiyor gibiydi. "Şey, ölen karınız hakkında." Tae Oh, sinirlenmeye başlamıştı. "Duymak istemiyorum!" Tae Oh oturduğu yerden kalktı ve kapıya doğru yürümeye başladı. Doktor hızlı bir şekilde konuştu. "Karınız hamileydi. Ji Yun hamileydi." Tae Oh arkasını döndü. "Ne?" Doktor konuşmaya devam etti. "Ji Yun, 3 haftalık hamileydi." Tae Oh şaşkınlıkla kalktığı sandalyeye tekrar oturdu. "Neden bana söylemedi?" Doktor konuştu. "Çünkü, Ji Yun çocuğu doğurmasına izin vermeyeceğinizi düşündü. Çünkü siz çocuk istemiyordunuz ama o hamile kalmıştı. Bunu söylemeye cesareti bir türlü olmamıştı." Tae Oh duyduğu sözlere şaşırmıştı. Bir yıkım geçiriyordu adeta... Tae Oh'un ağzından çıkan kelimeler şu oldu : "Ne yaptım ben? Özür dilerim Ji Yun..." Üçüncü Senaryo: Cruel City Spoiler (Mesajı Aç)
Cruel City için alternatif son hazırladım, 20. bölümü başa sarıyoruz efendim ve hep beraberce tekrar izliyoruz şimdi, hadi bana eşlik edin, gördüklerimi aktarayım size. Karakterleri unutmuş olma ihtimalinize karşılık bir hatırlatma yapayım: Paksa Adıl: Doktorun Oğlu: Shi Hyun Yon Soo Min: Paksa Adı'ın bir türlü kavuşamadığı sevgilisi Hyeong-Min: İyi polis, ölen Kyung Mi'nin nişanlısı olan hani Soo: Paksa Adıl'ın can dostu, renkli takımlar giyen çiçek çocuk Safari samçun: geçen bölüm kaybetmiştik kendisini :'( 20.Bölüm Soo Min Hyeong-Min'e Doktorun Oğlu'yla ilgili gerçekleri anlatır, Kyung-Mi'nin fotograf albümüne bakarken bu iki çocukluk arkadaşın derin geçmişine tanık olurlar. Soo Min, Shi Hyun'un polisiliğe geri dönmesi için her şeyi yapacağını söyler, şuana kadar her şeye kendi başına göğüs geren Shi Hyun'a destek olma vakti gelmiştir. Şimdi sıra onlardadır. (Plan yapmaları beklenirken Pusan'ın evine pardon malikanesine gidip doktorun oğlunun pisi pisine ölmesini öylece izleyecek halleri yok herhalde, öyle saçma şey mi olur,ama olmuştuO.o) Planları şimdilik gizli kalsın, adı üstünde gizli plan. Doktorun oğlu köşeye sıkışmıştır, hem duygusal olarak çaresiz hissetmektedir, güvendiği dağlar çoktan buz tutmuş, pislik polis ajusshi onu arkadan bıçaklamıştır. Üstelik polis ajusshi hem Jin-Sook unniye hem de dostu Soo'ya gerçek kimliğini ifşa etmiştir. Napsın şimdi bu çocuk?! Ne yapsın? Neyse ki Jin-Sook unni çok olgun bir tepki verip kucak açmıştır Shi Hyun'a, işte gerçek sevgi, beklemediğimiz vefa, ama bu ajumma hep samimi idi zaten Shi Hyun'a karşı, nedendir bilinmez ve belki de hiç bilemeyeceğiz, koca kadının eski arkadaşının küçükcük oğlunu sevmesi mümkün mü gerçekten? Neyse bu da kendisinde saklı kalsın, önemli olan doktorun oğlunu herşeyiyle kabullenip destek oluyor oluşu, annesinin şefkatini aratmadığı için kendisine teşekkür ediyoruz, zira paksa adıl şuan çok çaresizdi, ilk kez ağladığını gördük hem de hüngür hüngür. Soo ne mi yapıyor, bizim oğlana sırtını dönmüş gibi görünüp diğer bir pislik ve üstelik pişkin uyuşturucu kralı Pusan'ın hakkından gelmeye gidiyor. Gidiyor gitmesine de tek başına gidilir mi be adam, öleceksin!! Neyse ki Paksa Adıl yetişiyor yine, kardeşinin ondan vazgeçmediğini görüyor, sıcacık oluyor içi, artık yalan da yok aralarında, geriye kaldı şu çıkmazdan kurtulmak! Ve evet Soo'yu da alıp çıkıyor ordan, Soo yaralı ama geçer geçer, neler atlatmadı ki onlar şuana kadar, bu da geçer. Aralarındaki bütün bilinmezlikler aydınlanıyor, bağları netleşiyor, daha bi sağlamlaşıyor. Gel gelelim final sahnesine, ne zaman kurtulacağız şu iki adet meymenetsizden?! Ekran başında çıldırdık, ağızlarına terlikle vurasımız var ama beklemedeyiz. Zira Doktorun Oğlu büyük bir kinle ilerlemekte, malikaneye girer, siyah giyen adamları bir güzel pataklayarak o havuzlu yolu geçer, duygu son raddede, sinir harbi çoktan başlamış, son damla falan kalmamış, ya ölecek bu adam ya ölecek, yada ölecek yani, başka çıkar yol yok. Pişkin Pusan 'beni öldürsen de bir şey değişmeyecek, gel benim yerime geç, her şey senin olsun' diyor. Paksa Adıl 'Seni asla affetmeyeceğim demiştim' diyor, sıkıyor kurşunu. Adam öldü. Oh be öldü! Bir insanımsının ölmesine bu kadar rahatlayağım hiç aklıma gelmezdi. Vallahi rahatladım, dünya bir pislikten kurtuldu, şımarık oğlundan da kendisinden de ne çektik 19 bölümdür. Gelelim polis ajusshiye, tilkinin 9 kuyruklusu, adam beyninden düşünmemiş hiç şuana kadar, pisipisine öldü o kadar insan onun yüzünden. Niye? Haksızlıklarla dolu berbat sistemi çökertecekti haspam. Aman da aman, hedefe giden yolda her şey mübah değildir ajusshi, sana bunu şuana kadar kimse öğretmemiş sanırım ama az sonra öğreneceksin nerede yanlış yaptığını. Safari samçunun yolu yolumuzdur, onun ihaneti ihanet bile sayılmaz zira tüm bu yanlış anlaşılmaların yegane sebebi olarak sen! evet sen en büyük günahkarsın. Bakalım kaçabilecek misin? Heh şimdi sesleniyor arkadan Doktorun Oğlu: 'dur orda!!' diyor ve doğrultuyor silahını. Çıldırma noktasına gelmiş artık, ne çekti çocuk böyle, kafası allak bullak ama arkadan biri sesleniyor, Hyeong-Min'le Soo Min yetişti! Oh be yetiştiler, aman bir şey olmasın şu adama artık, yeter valla yeter, şiştim. Plan yaptıydınız siz ne oldu, niye tek geldiniz diye düşünüyorum şuan, hadi hayırlısı Hyeong-Min ikna ediyor Doktorun Oğlu'nu, 'senin için' diyor, 'senin için ateş etmiyorum, sen de etme' diyor. Doktor indiriyor silahını, Hyeong-Min 'özel tim geliyor kaç' diyor, bunu duyan pislik polis ajusshi de yusuf yusuf oluyor ,zira flash belleği kaptırmış yazık bütün yanlışları çıktı mı meydana, hem polislikten atılacak üstüne bir de hapislerde çürüyecek. O da kaçıyor, ikisi de kaçıyor. Bizim polis Hyeong-Min Doktor'un peşinden gitmiyor, zira doktor suçlu, diğer gerizekalı çocuğun dosyasını silmiş, nasıl kanıtlayacaklar adamın gizli polis olduğunu, üstelik Pusan'ı da öldürdü az önce. En iyisi yıllanmış sözde polismizi yakalamak. Ama boşuna, adam çoktan kaçtı, bırakın kaçsın, ölse kolay yoldan kurtulmuş olacak, hapse girse yine elbet bir gün çıkacak, sürünsün kaçak yaşasın, zıkkım olsun hayatı bundan sonra. Bir daha da gözümüze gözükmesin. Ne zaman her şey idealize edilmiş sonlarla bitti ve herkes cezasını çekti ki bu da çeksin zaten... Aradan bir süre geçmiş, bak işte sevmiyorum böyle araya zaman girince, ne oldu nasıl oldu her şeyi görmek istiyordum oysa ki. Neyse hemen anlatıyorum gördüklerimi, aman kaçırmayın. Han Soo Min polis falan olmamış, o kadar insan niyazi oldu, ben ne yapayım polis olup demiş, gizli görevden sonra bırakmış hiç başlamadığı akademiyi. Auto galeri açmış - doğru duydunuz çiçekçi falan değil- çok karizmatik, o bindiği kırmızı arabanın türevlerinin de olduğu çok klas bir iş yapmaya başlamış. Soo ne yapıyor acaba derken, gözlerim faltaşı gibi açıldı, yok artık! Gerçekçi olmak lazım, Soo zaten hep kötü çocuktu, renkli takım elbiseleriyle çiçek çocuğu oynayan kötü çocuk, Doktor'la aralarındaki bağ onu doğru yola getiriyordu ama sırf dostu polis çıktı diye 30 yıllık hayatını değiştirecek hali yok. Pusan'ın yerine geçmiş. Vallahi de geçmiş, ama adı Pusan değil, zira örgüt artık Busan'da değil, takma adı Soul, vay anasını çok anlamlı değil mi!? Hayaline ulaşmış en sonunda... Hyeong-Min ile karşı karşıyalar artık ve ikisi de birbirlerinden haberdar. Ama en azından hakkaniyetli bir çekişme, kimin ne olduğu belli, arkalardan, bel altından vurmalar yok. Klasik bir kaçma kovalamaca, mafya olabilir ama mertliğini bozmayan bir mafya Soul. O da Jin Sook unni de eski çizgilerinde devam ediyorlar. Bir fark var, Jin Sook unni ve Soo artık iyi anlaşıyor, Soo da Paksa Adıl gibi unnisinin değerlisi olmuş, aman da aman çok tatlılar, görseniz erirdiniz, ben eridim şuan *_* Nerde bu Paksa Adıl diye bakınıyordum ki çıktı meydana. Takım elbise giyiyor ama siyah renkli değil, krem renkli, hiç de görmemiştik onu böyle, polis mi oldu ki cidden? Aklandı mı yani geri mi döndü derken, yok canım polis maaşıyla öyle pahalı takımı nerden alsın diye dank etti bana. Bütün tekmeleri yediği bu sektörden çekmiş gitmiş lanet ede ede, 'hiçbirinize de hizmet etmem, güvenim falan kalmadı' demiş bir çizgi çekmiş. Ne karanlık taraftaki eski dostlarıyla ne de aydınlık gözüken ama daha da karanlık adalet düzeninde kapana kısılmış Hyeong-Min ile karşı karşıya gelebileceği bir taraf seçmiş. Kendi şirketi var, oradan kazanıyor parasını, para çok da dert değil zaten, hiç de olmamıştı. Huylu huyundan vazgeçer mi Soul'un çaylaklarına adam pataklamayı öğretiyor arada. Bu adam hayatı boyunca bu caddelerde büyümüş, kolay mı öyle hemen bırakıp düzenli, sigortalı işe girmek falan. Boşversene, yemişim işini de, intikamını da, kimden geldiği belli olmayan emirleri de.. Ne uğraşacak artık, parası var, çevresi var, rahatı yerinde, eski dostları ve sevgilisiyle beraber yaşıyor işte. Her şey onların olsun, kendi pisliklerinde boğulsunlar. Sevgili demişken, SooMin ile beraber yaşamaya başlamışlar, hem de Shi Hyun'un Kyung-Mi'ye aldığı o evde... Jin Sook unni de kabul etmiş ilişkilerini aralarına girmemiş, aferin unni bir kere daha girdin gözüme ^^ Sona yaklaştık sanırım, ay bitmesin yeni başlamıştık!! Bir deniz kenarı, Shi Hyun ve Soo Min oturmuş dalgaları izliyorlar, Yon Min'in elinde bir fotograf var, unni Paris'ten fotograf göndermiş, nihayet gitmiş yani hayalindeki yere, 1aya geri döner herhalde. Ay bizim oğlan kızın alnına bir öpücük kondurup kocaman ama koskocaman sarıldı. Yerimde zıplıyorum şuan, 20bölümdür bu an için bekliyorum ben!!! Biri beni tokatlasın ay çok mutlular, her yer pembe mi oldu ne *_* Ve kamera uzaklaşıyor, bu çiftimiz küçülüyor, ay gitmeyin ben doyamadım bu halinize derken, başka bir sahne. Paksa Adıl Soo'ya yardıma gitmiş yine, bir Cruel City klasiği böcek ezer gibi siyah adam pataklıyorlar, fondan bir müzik giriyor ve KyungHo'nun sesiyle hayat buluyor yine mısralar: ''Dünya ayna gibidir, sen tükürür ve küfredersen o da küfreder, ama sen gülümsersen o da gülümser... '' Dördüncü Senaryo: City Hunter Spoiler (Mesajı Aç)
Sonu Lee Yun Seong ve babası olan Lee Jin Pyo olmüşlerdi güzeller güzeli Kim Nana'mızda ortalarda sevgilisiz kalmıştı. (Ahh o sahneyi hatırladıkça hala kötü oluyorum neysee...) Aradan baya bir zaman geçti, Kim Nana başka bir ülkeye gidecekken yani hava alanında Lee Yun Seong hayalet misali karşısına çıkar, bakışırlar ve sonrada onu arabada tek başına gördük. (Hiç güzel bir son olmadığını belirtmek istiyorum !!!) Tamam Kim Nana karşısına çıktı yıllar sonra ama kuru kuru bir buluşma oldu. İki çift kelime konuşmalarını isterdim ve o arabada Lee Yun Seong'unn yanında Kim Nana'ın da olmasını isterdim. En azından sadece araba kısmında ikisini görüp oyle bir final yapardım ben. Çünkü Yun Seong tek başına görünce şu takıldı aklıma Kim Nana'ya ne oldu yurtdışına çıktı mı tekrar bir araya geldiler mi oldümü kaldı mı hiç birşey yoktu ortada.. Aslında senarist düşünce hafızamızı geliştirmek içinde öyle bir son yapmamış olabilir ama yinede öyle bir sonu hak ediyorduk diye düşünüyorum. Beşinci Senaryo: Cheese in the Trap Spoiler (Mesajı Aç)
Yoojung, çift yüzüğünü çıkardığını Seol'a gösterebilmek için kahve bardağının üzerinde ellerini oynatarak dikkati eline çekmeye çalışıyordu. Seol'ün gözünden akan her damla onun delicesine kanayan yarasına damlayan tuzlu su tanecikleriydi sanki. Böyle bir acıyla yanarken, soğuk görüntüsünü korumaya çalışmak çok zordu. Seol "Neden?" diye sorduğunda cevap verememişti. Eğer ona neden ayrılmak istediğini söylerse Seol buna izin vermezdi çünkü. “Seni daha fazla üzmeyen, hayatını daha fazla zorlaştırmayan bir adam olup geri döneceğim.” Deseydi, Seol bu ana kadar kendisi içi yaptığı iyilikleri hatırlatıp Yoojung’a ne kadar kötü bir adam olduğunu unutturabilirdi. Evet yine Seol’u üzüyordu. Seol onun yüzünden kim bilir kaçıncı defa ağlıyordu. “Bu son olacak.” diye düşündü Yoojung. “Bir daha seni asla üzmeyeceğim.” Seol’den son bir kez özür dileyip duygusuzca ayağa kalktı. Seol’un yüzündeki o nefret ettiği yaşlara tekrar baktı, ve onları son kez gördüğüne kendini inandırmaya çalışarak hızla kafeyi terk etti. Sonunda Seol’a layık biri olacaktı. - Akıl hastanesi normal hastaneler kadar steril kokmuyordu. Bu iyi bir şeydi, çünkü hastaneler Yoojung’a Seol’un kaza geçirdiği günü hatırlatıyordu. Onun yüzünden geçirdiği kazayı… Baek In Ha’nın odasına girerken Seol gibi düşünmeye çalıştı. Seol gibi olmak için burdaydı. Seol’ün her seferinde onu tekrar tekrar affettiği gibi, o da Baek In Ha’yı affedecekti. Baek In Ha, Yoojung’u görünce şaşırdı ama şaşırmaya bile gücü zar zor yetiyormuş gibiydi. Yoojung’un onun yanına oturuşunu korkuyla izledi ama kaçmaya yönelik bir girişimde bulunmadı. Buna gücü yoktu. Yoojung elinden geldiğince şefkat duymaya çalışarak Inha’ya baktı. Aklına Seol’u getirdi. Bu onun daha sıcak kalpli bir adam olmasını sağlayacaktı. “Ben Seol’u seviyorum” dedi sakin ama içten bir şekilde. “Ona zarar vermen, bana zarar vermen ya da kendine zarar vermen… Bunların hiçbiri benim sevgimi değiştirmeyecek Inha.” Bu cümleler Yoojung’un ağzından çıkmak için çok duygusaldı. Inha daha da şaşırdı ama yine mimikleri şaşkınlığının miktarını gösteremedi. “Bu yüzden, sana yalvarırım bir daha böyle şeyler yapmaya çalışma.” “Yoojung az önce yalvarırım mı dedi?” diye düşündü. Bu biraz fazla imkansız değil miydi? “Bence artık benim gittiğim dikenli, engebeli yolu takip edip, herkes için işleri zorlaştırmaktansa; kendine yeni bir yol çizip herkesi mutlu etmelisin.” “Bir gün üzdüğün kişiler için çok pişman olabilirsin.” Sıradan sözcükler, Yoojung gibi soğuk bir adamın ağzından çıktığı için olsa gerek Inha’yı çok etkilemişti. Uzun bir sessizliğin ardından “Seni affediyorum Baek In Ha.” Dedi Yoojung. “Kendi yaptıklarım için özür dilemeyeceğim, sen de dilemedin zaten. Ama yaptığın her şeyi unutacağım Baek Inha.” “Kendin için çizdiğin yeni yolda yürümeni, memnuniyetle izleyeceğim.” Kapıdan çıkarken çok daha iyi hissediyordu. Belki de affetmek, intikam almaktan daha iyi hissettiriyordu. Belki de kendini Seol’a daha yakın hissediyordu. Uzun zaman sonra ilk defa, yanında Seol olmadığı halde gülümsedi Yoojung. Seol’un bunu görmekten çok mutlu olacağına adı gibi emindi. - Baek In Ho elinin acısına rağmen oldukça iyi bir iş çıkarıyordu. Zor ve hızlı parçaları hala beceremiyordu bu yüzden müziğine yeteneğini değil, hislerini katmaya çalışıyordu. Parça bittikten sonra 5 saniye boyunca seyircilerden ses gelmedi. Ardından alkışlamaya başladılar. Kalabalığın arasında uzun boyu ve yakışıklı yüzüyle dikkat çeken Yoojung, yine oradaydı. En arka sıradaki koltukların en solunda. Inho ile henüz hiç konuşmamışlardı ama Yoojung, şehir dışındakiler de dahil olmak üzere Inho’nun hiçbir konserini kaçırmadan hepsine gidiyordu. Inho minnettar olduğunu söylemek için Yoojung’la konuşmak istese de Yoojung her seferinde performansı terk eden ilk kişi oluyordu. Bu yüzden Inho’nun elinden hiçbir şey gelmiyordu. Sahneye getirdikleri masaya otururken fanların sıraya girişlerini izledi. Onun müziğini seven yüzlerce insana imza vermenin elinde bıraktığı acı çok güzeldi. Gülümseyerek uğurladığı yaşlı teyzenin ardından gelen genç fanın yüzüne çok da dikkat etmeden “İsminiz nedir?” diye sordu. Genç kız huzur verici sesi ile “Hong Rana” dedi. (Tabii ki Kangjoon’un sevgilisi ben olmalıyım kendi ismimi koyuyorum bye) Inho kızın ismini yazmak üzereyken sakat elinin üzerinde bir el hissedince durdu. Fan onun elini tutuyordu. Inho ona gülümsemek için başını kaldırdığında şaşkınlığını gizleyemedi. Hayatında hiç kimsenin ona bu şekilde baktığını görmemişti. “Duyduğuma göre çok zorluk çekmişsiniz. Yanlış anlaşılmalar, yanlış insanlar, karşılıkşız aşk…” Inho kaşlarını çatıp “Nereden duydunuz?” diye sordu. Nasıl hissetmesi gerektiği konusunda emin değildi. Kız “Ellerinizden.” Diye cevap verip, elini yavaşça Inho’nun elinden çekti. Ardından “İsmim Hong Rana.” Diye tekrarladı. “Ellerinizden.” Diye tekrarladı zihninde Inho. Bu kız gerçekten çaldığı müzikten, onun anlatmak istediklerini alabiliyor muydu? Inho “Ben kafamı karıştıran insanlara imza vermeden önce, onlardan bana kahve ısmarlamalarını isterim hep.” deyip, albümün üzerine evine en yakın kafenin adını, gün ve tarih belirterek yazıp albümü kıza geri verdi. Kız yine içten bir şekilde gülümseyerek albümü alıp, gitti ama Inho’nun aklını asla terk etmedi. - “Yoojung ablamı sürekli ziyarete geliyormuş.” Dedi Inho, Seol’un önüne getirdiği noodle tabağına bakarken. “Ona onu affettiğini , artık Yoojung’un peşinden koşmaması gerektiğini söylemiş. Benim de yine bütün konserlerime geliyor.” Seol memnuniyetle sırıtırken parmağındaki yüzükle oynuyordu. Belki hayatından Seol’u çıkarmıştı ama, kalan herkesle mutlu olmaya çalışıyor gibiydi. “Rana ile buluştun mu?” diye sordu Seol. Yoojung’u özlediği için hakkında konuşmak onu duygusallaştırıyordu. Rana’nın ismini duymak Inho’nun suratında bir gülümseme oluşturdu. “Evet, elinde bütün albümlerimle geldi ve bana albüm sayısı kadar kahve alacağına söz verdi.” Seol, Inho’nun yeni biriyle ilgilenmesine seviniyordu. Çünkü o da Yoojung’u sevmekten vazgeçemezdi. - Baek In Ha eşyalarını toplarken,göremeyeceğinden emin olduğu bir anda Jae Woo’ya gülümsedi. Kendinden kısa bir erkeğin onu bu kadar mutlu edebileceğine inanamıyordu. Ama oluyordu işte, kendisine gerçekten değer veren, ne yaparsa yapsın, onu sevmeye devam edecek birini sonunda bulmuştu. Yine de ona ne kadar değer verdiğini göstermek istemiyordu, çünkü fazla sevginin onu kaçıracağını düşünüyordu. “Sana gelmemeni söylemiştim.” Dedi kızarak. Jae Woo gözlerini devirdi ve çantaları hastane odasından dışarı çıkardı. - Saçlarını düzeltirken kendine son bir kez baktı Yoojung. Kötülük yaptığı herkesten özür dilemiş, kendisine kötülük yapan herkesi affetmiş, yepyeni biriydi artık. Yeni bir sayfa açmadan önce defterin önceki yapraklarını koparması gerekiyordu çünkü. Ama artık hazırdı, bugün Seol’e ger dönecekti ve yeni Yoojung’u gösterecekti. Seol’ün çalıştığı şirkete giderken ihtiyaç duyacağı her şey hazırdı. - Seol bir haftadır hazırlamak için uğraştığı belgeleri sonunda bitirmiş olmanın verdiği huzur ve gururla müdürün odasına girdi. Müdür orada olmadığından belgeleri masanın üzerine bırakıp kendi masasına geri döndü. Masanın üzerinde yeni belgeler görünce iç çekti. Daha fazlası için çok yorgundu. “Seol onları yakışıklı uzun bir adam gelip bıraktı.” Diye bağırdı hademe ajumma. Yakışıklı uzun bir adam mı? In Ho mu gelmişti acaba? Merakla belgeleri eline aldı Seol. “Yoo Jung – Ders Notları” Seol o kadar heyecanlanmıştıki bir süre sadece kapağa baktı. İlk sayfaya bakmak için yaprağı değiştirirken elleri titriyordu. “Bu Yoojung’un yeni defterinin ilk sayfasıdır.” “Bugün Baek In Ha’yı ziyarete gittim ve onu affettiğimi söyledim.Hiçbir şey yapmadı. Bu yüzden daha sık ziyaretine gelmeliyim sanırım.” “Bugün işe bisikletle gittim. Takım elbise ile yapması zor, yarın da otobüsle gitmeyi deneyeceğim.” “Bugün In Ho’nun konserine gittim. Yine iyi iş çıkardı.” “Bugün hayvan barınağını ziyarete gittim. Köpekler korkutucu ama Seol’a benzeyen turuncu bir kedi vardı. Sanırım onu alacağım.” Ve bunun gibi bir çok “Yoojung’un Asla Yapmayacağı Şey” ile doluydu defter. Yoojung ne anlatmaya çalışıyordu. Yoojung Seol’ün nerede çalıştığını, hangi masada oturduğunu biliyordu. Yoojung bu sayfaları gelip Seol için bırakmıştı. Neden önceden bunu yapmadığını düşünerek kapıdan çıktı ve koşmaya başladı. Yoojung çoktan uzaklaşmış olmalıydı ama Seol’ün içinde onun hala gitmemiş olabileceğine dair bir his vardı. Ve işte Yoojung oradaydı. Ellerinde sıradan çiçeklerle Seol’a gülümsüyordu. 1 Yıl Sonra – Evlendiler 2 Yıl Sonra – Çocuk No 1 3 Yıl Sonra –Rana ve Inho (Kanjoon ile Ben yani dsfklşfdks) evlendiler 4 Yıl Sonra – Çocuk No 2 5 Yıl Sonra- Inho ile Rana’nın İkizleri Doğdu SON [Yazardan not: Özensiz ve ergen yazış tarzım bu kadardı ^^ Bence çok sulu ve romantik yazdım, çok beğendiğim şekilde olmadı ama orijinal Cheese In The Trap sonundan daha iyi oldu bence , en azından evlendiler ve çocukları oldu. Benle Inho da evlendik. Çok kötü ezici yorumlar hariç her türlü eleştiriye hazırım Sevgi yarışmana daha layık bir şeyler yazmak isterdim ama bu oldu ne yazık ki^^ Okuyan herkese teşekkür ederim.] Altıncı Senaryo: Queen Seon Deok (Muhteşem Kraliçe) Spoiler (Mesajı Aç) Majestelerinin orduları isyancı bidamın birliklerini dağıtmış ve son kalan adamlarını yakalıyorlardı. Ordunun başında Kim Yoo Shin vardı. Ah o yalaka suratsız Kim Yoo Shin... Yakalanan askerler intihar ediyorlar, sonsuzluğa ulaşırken şu sözleri sarf ediyorlardı: Silla artik bir güneşe sahip “Efendi Bidam çok yaşa”. Ahh oda ne? Yakalananlardan biri efendi Bidam’ı dayısı. Kim Yoo Shin’in Kayınbabası efendi Hacong’du.. Yoo Shin’e: - "Oğlum lütfen beni kurtar" diye yalvarmaya başlamıştı bile. Bu yaşlı bunak hiç akıllanmayacaktı. Yoo Shin emirlere harfiyen uyan geri zekalı, taşralı eski bi hwarangdan başka bisey değildi. Idamı iki gün sonra Sorabol meydanında yapılacaktı. Hapiste geçireceği iki günde yeğeni Bojong ve dayısı Misaeng’ide yanında buldu Hacong. Cellat Kılıcına Sarabi Püskürtmüştü ki Efendi Bidam'ın sesi duyuldu… -Durun bu nikah kıyılamaz.. Idamı izleyenler hayrette kalmıştı? -Ne Nikah mı? diye bir ses yükseldi kalabalıktan.. O anda orda bulunan kraliçe Seon Deok -Nedenmiş? diye sorunca Bidam ; "Çünkü bu düğün bizim düğünümüz bu nikah bizim nikahımız” deyince.. (Alttan fon müzigi olarak Dila Hanim verildi) Bidam ve Deokman karşılıklı oynamaya basladılar…. Dimmmm diridii dimmm diridiiiii dim diriri Bu durumu gören Saray muhafızları komutanı Alcheon daha fazla bu aşka engel olmak istemedi ve en yakın arkadaşı Kim Yoo Shin'in etrafını adamlarıyla sardı.. Bu durumu fırsat bilen kraliçe Seon Deok’un yeğeni Kim Chunchu kral olabilmek için teyzesi ve üvey amcası Bidam’ı Gaya Kuvvetleri Komutanı ve Volya ve Dochi ye oklattı.. Bidam (Deokmana 10 adım kala) MUTSUZ SON.. Senaryolar bitti isteğinize oy vermeyi unutmayın. |
||
|
07-13-2016, 09:30 PM
Yorum: #2
|
||
|
||
answer me 1988 yazılsaydı oyum kesin onaydı hemde okumadan oyum onaydı da iştee yazan bi insan evladı yok
ama diğer senaryoları okudum güzel olmuş emeğinize sağlık oyu da kullandım kazanacak kişiyi merak ediyorum doğrusu şimdiden hayırlı uğurlu olsun |
||
|
07-14-2016, 03:35 PM
Yorum: #3
|
||
|
||
Katılımcılara başarılar hak eden kazanır inşallah
|
||
|
07-22-2016, 12:40 AM
Yorum: #4
|
||
|
||
isyann!!!! oy verdiğim hikayee kaybetmesin cebal
|
||
|
07-22-2016, 01:47 AM
Yorum: #5
|
||
|
||
|
07-22-2016, 02:37 AM
Yorum: #6
|
||
|
||
Bu konu en son: 07-22-2016 tarihinde, saat: 09:05 PM düzenlenmiştir. Konuyu düzenleyen: SevgiKT
"KT'nin En İyi Senaristlerini Seçiyoruz" Yarışması Sonuçlandı!
Yarışma işine de girmedim dememek için düzenlediğim yarışma bitti. Normal şartlarda sonuçların daha önce açıklanması gerekiyordu. Ama işte anormal şartlar olduysa demek.. Daha fazla uzatmadan yarışma sonuçlarını açıklayayım: 5 Oy İle Üçüncü Senaristimiz: "İkinci Senaryo: Gap Dong" Senaryosunun Sahibi @elf1004baby Seçilmiştir! İkinciliği İki Kişi paylaşıyor: 10 Oy İle İkinci Senaristlerimiz: "Dördüncü Senaryo: City Hunter" Senaryosunun Sahibi @kemndii Ve "Beşinci Senaryo:Cheese in the Trap" Senaryosunun Sahibi @19rhy99 Seçilmiştir! 11 Oy İle Birinci Senaristimiz: "Birinci Senaryo: Cheese in the Trap" Senaryosuna Sahip @turuncugezegen Seçilmiştir! Ödüller: Birinciye: 50 rep puanı İkincilere: 25 rep puanı Üçüncüye: 20 rep puanı [Repler en kısa zamanda verilecektir. ^^] - Repler verildi. Yarışmaya katılmış arkadaşlara çok teşekkür ederim. Ve çok tebrikler. |
||
|
07-22-2016, 02:41 AM
Yorum: #7
|
||
|
||
Tebrik ediyorum herkesi
|
||
|
07-22-2016, 02:42 AM
Yorum: #8
|
||
|
||
Tebrikleer
|
||
|
07-22-2016, 02:44 AM
Yorum: #9
|
||
|
||
herkesi tebrik ederim kazandığınız repleri bölüşelim yarışma için Sevgi kicibesine de teşkürler
|
||
|
07-22-2016, 08:45 AM
Yorum: #10
|
||
|
||
gerçekten hiçbir şekilde kazanacağımı düşünmemiştim. öylesine katımıştım o yüzden kısacık yazdım senaryomu sevgiyede söylemiştim kazanmayacağımı biliyorum öylesine katılıyorum diye şuan çok şaşkınım ciddenn çok teşekür ederimmm
|
||
|
« Eski Konular | Yeni Konular »
|
Community Software by MyBB.