Görüntüleme Tercihi Konu Görünümü | Tam Görünüm
superlove (SuperJunior Fanfiction)


clock09-26-2015, 01:58 PM
Yorum: #11
_aurora_ şimdi ölmesen bile mutlaka Wink
clock10-01-2015, 01:50 PM
Yorum: #12
unnii beni de hikayende heechulla tanıstır Big Grin en azından diğer bölümleri benim için yayınla bi oturuşta altı bölümü de okudum yani ne kadar beğendiğimi sen anla Wink eğer dediğim gibi yapabilirsen heechul la beni tanıstırırmısın Huh merakla bekliyorum diğer bölümü Angel ellerine sağlık Wink
clock10-02-2015, 09:50 PM
Yorum: #13
Mutlaka yaz yeni bölümleri. Çok güzel gidiyor Smile
clock10-07-2015, 12:29 AM
Yorum: #14
7. BÖLÜM – EV NE DEMEK?


Kore dizilerinden nefret ediyordum. Gerçekten bu senaristlerin ikinci adamlarla ne alıp veremedikleri vardı? Sırf onlar yüzünden ikinci adam manyağı olmuştum ve her dizi finalinde ikinci adam için yas tutuyordum. Bugün de televizyonda adının ne olduğunu bilmediğim bir dizi vardı. İki kadın lavaboda makyaj yaparken bir yandan da muhtemelen dedikodu yapıyorlardı. Kaşlarımı çatıp ne dediklerine odaklansam da hızlı konuşmaları anlayamıyordum. Henüz o kadar iyi değildim şu dilde. “ ne konuşuyorlar?” diye sordum.
Bi yüzüme bi televizyona baktı. Elimle televizyondaki kadınları gösterip yavaşça tekrar ettim sorumu. Bi süre daha bakakaldıktan sonra omuz silkip “dedikodu yapıyorlar” dedi. O kadarını ben de anlayabiliyorum.
“hayır. Ne konuşuyorlar?” diye direttim. Sinirle iç çekti. Anlayabilmem için yavaşça ve basit kelimelerle “şu yeşilli olan eski erkek arkadaşıyla şehir dışına çıktığında ne olduğunu anlatıyor” dedi.
Tek kaşımı kaldırıp “ne olmuş” dedim. Tamam, dalga geçiyordum. Bariz bir şekilde hem de. Gözlerini devirdi ve cevap vermek yerine bardağını alıp mutfağa gitti. Kahkaha atmamak için direnirken kadınların konuştuklarını anlamak için televizyonun altyazı fonksiyonunu açtım.
Geri geldiğinde şokla televizyona baktı. Elimi televizyona doğru uzatıp, bilmiş ses tonumla “bu muydu yani? Bir şey dicem. Gerçekten böyle mi? Yani bir erkek bir kızla şehir dışına sadece bu yüzden mi gider?” diye sordum.
“sana böyle konularda bilgi verirsem, abin beni keser. Git abine sor”
Omuz silkip, ağır ağır nefesimi bırakarak televizyona döndüm.
“neden üst katta değil de buradasın?”
Yanıma oturdu. Uzun saçlarını kulağının arkasına iterken “Ryeowook yine tuhaf bir şeyler pişiriyor. Koku çıkana kadar gitmem oraya” diye cevap verdi.
“Ryeowook oppa ve sen neden diğerleriyle çalışmaya gitmediniz? Hep beraber çalışmanız gerekmiyor mu?”
“daha az soru sorsan nasıl olur? Mesela şimdi sussan da şu şeyi izlesek?”
Somurtup önüme döndüm. Heechul Oppayla konuşmak duvarla konuşmaktan farksızdı. Aramızda geçen en uzun konuşma bu olmuştu. Sadece tarzı değil kişiliği de farklıydı. Sessizce açtığı filmi izledik. Filmden hiçbir şey anlamamış olma sebeplerim arasında dilin Çince olması ve altyazının Korece olmasının yanı sıra hareketsizlikten uykumun gelmiş olması ve dün ıslak saçla dışarı çıkmam sonucu hasta olacak gibi hissetmem de vardı tabi ki. Gözlerimi açtığımda akşam olmuştu ve evde kimse yoktu. Heechul oppa filmi izledikten sonra gitmiş olmalıydı. İnsan beni de uyandırır ya da doğru düzgün uzanmamı falan sağlardı. Öylece iki büklüm uyumama izin verip gitmişti. başımın ağrısına inleyerek yerimden kalktım ve telefonuma baktım. Saat akşam 11di. Çalışmaları ve yaklaşan konserler yüzünden genelde gece geç saatlerde geliyorlardı. Ve ben de bu sırada evde tek başıma sıkılıyordum. Oflaya puflaya odama giderken dış kapıdan Donghae’nin sesi geldi.
“yaa! Kardeşime bakıp gidicem be! Ne değerli uykunuz var!”
Koşarak kapıya gittim ve onlar açmadan ben açtım. Heyecanla “hoşgeldiniz~” deyip Donghae’nin boynuna atladığımda sesimin biraz abartılı çıktığının farkındaydım. Ama bütün gün can sıkıntısından öldüğüm için onları karşımda görmek beni mutlu etmişti ve bu mutluluğumu saklayamamıştım. Beni kendinden uzaklaştırıp tek kaşını kaldırdı. “bir şey mi yaptın?”
Sinirle omuzlarımı düşürdüm ve salona doğru giderken “neden sana sarılmak için bir şey yapmış olmam gerekiyor ki? Sadece evde tek başıma can sıkıntısından ölmek üzereydim…” diye mızıldandığımda geriye döndü, gözlerini kısıp “çok şüphe uyandırıcı… ama çok mu sıkıcıydı günün” diye sordu.
"Heechul Oppayla film izlediğinizde sizi de mumya gibi yerinizde mi oturtuyor?”
Cevap olarak kahkahalar yükselmişti. Donghae “Heechul canını sıktı diye mi böyle bir karşılama yaptın yani?” dediğinde omuz silkip Eunhyuk oppanın koluna girdim. “iyi o zaman. Madem istemiyorsun ben de Eunhyuk Oppa’yı karşılar, ona sarılırım…”
Cümlemi duyduktan sonra kolumdan tutup beni yanına çekmesi üç saniye sürmemişti. “Mine… bak… Türkiye’de nasıldı bilmiyorum ama burada kim olursa olsun ailenden olmayan birisine öyle sarılamazsın!”
“nasıl yani? Koluna girmem de mi olmaz?” diye sordum ve bakışlarımı Kyuhyun’a kaydırdım. Peki, o zaman neden Kyuhyun… Saçmalama Mine… sadece seni bozmak istememiştir… EvilKyu beni bozmak istememiş olabilir mi gerçekten?
Düşüncelerimi bölen Donghae’nin kolumu dürten parmağı oldu. “ne oldu? Neden Kyu’ya öyle bakıyorsun? Bir şey mi söylemişti sana? Onun söylediklerini dinleme… %90’ı şaka yapmak içindir” dedi ve bana sarılıp üst kata çıkmak için gitti. Donghae’nin arkasından ben de iyi geceler dileyip odama gittim. Ama uyuyamıyordum. Yatakta dönmekten beynim dönmüştü. Uyuyamayacağımı anladığım yarım saatten sonra sessizce odamdan çıkıp salona geçtim. Yatakta dönüp durmakla burada oturmak arasında fark yoktu. Bu saatte yukarı çıksam? Ama çoktan uyumuşlardır. Türkiye’de olsaydım kitaplığımdan bi kitap alır okurdum. Burada kitabım da yoktu. ahh… ama Eunhyuk oppanın mangaları vardı. Odasına girdiğimde görmüştüm. Bi tanesini alsam sorun olmazdı bence. Sessizce odasına girdim. Parmak ucumda ilerleyip raftan bir tane manga serisinin ilk kitabını seçmeye çalıştım. Ay ışığında ne kadar seçilebiliyorsa o kadar seçebiliyordum… yani hiç…
“hangisi ilk kitap ya.. off.. şurada 1 yazıyo ama… o 12’miş… nerdeeee…” diye mırıldanırken arkamdan birisinin omzuma dokunmasıyla kafamı rafa çarpmam bir oldu.
“ne arıyorsun?”
“yaa! Aklım çıktı!”
Kolumdan tutup adeta sürükleyerek salona çıkardı beni. Odanın kapısını kapattı ve bana döndü. Kısılmış, ateş saçan gözlerle… Zorlukla yutkunup başımı kaldırdım.
“soruma cevap bekliyorum!” dedi vurgulu bir şekilde.
“sanane… senin odanda değildim hem… bırak da sorunun cevabıyla odanın sahibi ilgilensin!”
“bana baak! Şeceren gitgide kabarıyor. Donghae hyung dedi diye sana sonsuza kadar katlanmayız. Ayrıca düşündüm de, kardeş olduğunuza pek de inanasım gelmiyor artık…”
Şaşkınlıkla ağzım açık kaldı. “se.. sen kendini ne zannediyorsun! Ben… ben mi istedim buraya gelmeyi! BEN Mİ KENDİMİ ZORLA EVİNİZE GETİRTDİM YANİ!”
Gecenin köründe deli gibi bağırmam pek de iyi olmamıştı ama umurumda değildi. Susamıyordum. “LANET OLSUN SİZE GERİZEKALILAR TOPLULUĞU! SANKİ BEN YALVARDIM BENİ AİLEMDEN AYIRIN DA BURADA B.K GİBİ Bİ HAYAT YAŞATIN DİYE! NE ZANNEDİYORSUN BENİ SEN? NE? AJAN MI? MUHBİR Mİ? NEEE!”
“Mi..Mine… sakin ol… ben öyle demed-“
“ne demedin! NE DEMEDİN! SAKİN FALAN DA OLAMAM!! SEN… SEN GERÇEKTEN…!”
Kendimi kaybetmiş gibi bağırırken arkamdan bana sarılan kişiyi fark etmem zamanımı almıştı. Ne zaman ışıklar yanmıştı, ne zaman hepsi odaya toplanmıştı ve ben ne zaman ağlamaya başlamıştım… Hiçbirini fark etmemiştim. Abimin sakinleştirici ses tonu kulağımın dibindeyken de ağlamaya ve konuşmaya devam ettim. “ben istemedim… eve gitmek istiyorum… burası benim evim değil… ben burada kimsesiz gibiyim… n’olur, beni eve gönder!...”
Sırtımı patpatlarken bir yandan da beni sakinleştirmeye çalışıyordu.
“Mine… senin evin ben’im. Ben nereye sen oraya, anladın mı? Kimsenin ne dediği önemli değil. Senin kim olduğun hiç önemli değil. Ben senin evinim. Sakin ol… sen olmazsan ben de olmam. Seni bulduktan sonra olmaz…”
Ağlamam kesilirken omzumda birinin elini hissettim. Kafamı kaldırdığımda Eunhyuk oppa ve onun arkasında duran Teukkie oppayı gördüm. “sen kimsesiz değilsin, biz de varız” deyip gülümsedi.
Burnumu çekerek gülümsedim ve kafamı göğsüne geri gömdüm. Evim… İnsanın evi dört duvar bir çatı olmak zorunda değil miydi?
Sakinleşince Donghae “hadi, seni odana götürelim…” deyip beni kucağına aldığında çığlık attım. “yaa! Düşücem dur. İndir. Yaa! Bi dakika… bi… bir şey demem lazım. Dur bi!”
Durup yüzüme baktı çatık kaşlarıyla. Kaşlarının arasına parmağıma dokundurup “kaş çatma… Kırışıkların olacak” dedim ama yine de durmadı. Beni odama götürüp, yatağıma bıraktıktan sonra odadan çıkmak için döndüğünde arkasından seslendim. “aa… a… abi… özür dilerim… ve teşekkür ederim…”
Bir şey söylemedi. Ama gülümsediğini gördüğüme emindim.

*****

uyandığımda gözlerimi açamadım. Hayır, uyku düşkünlüğümden değildi bu kez. gerçekten gözlerimi açamıyordum. sanki birisi üzerime 10 tonluk yük bırakmış gibi hissediyordum. kollarımı hareket ettiremediğim gibi parmaklarımı da oynatamıyordum. hasta olacağımı hissetmiştim ve üzerine bir de geceki krizi ekleyince bu hale gelmem tuhaf değildi. Tüm gücümü kullnarak yataktan kalktım ve yerde sürünerek hole çıktığımda önümde bir çift ayak vardı. Kafamı zorlukla kaldırdığımda Eunhyuk Oppa’nın yüzünü gördüm. Şaşkınlıkla ne olduğunu, neden yerde süründüğümü sorduğunda daha fazla dayanamayıp bayıldım.

Gözlerimi açtığımda Donghae yanımda uyuyakalmıştı. odamdaydım. Donghae’yi uyandırmadan yataktan kalktım ve su içmek için mutfağa gittim. sabah olmuştu ama saate baktığımda daha 7 olduğunu gördüm. uzun bir gece olmuştu. Benim yüzümden herkes rahatsız olmuştu. üstüne bir de Donghae uyuyamamıştı. suçlulukla suyumu içip mutfaktan çıkarken Eunhyuk Oppa’nın odasının kapısı açıldı. beni görünce yanıma geldi, elini alnıma koydu. “iyi, ateşin düşmüş" dedi gülümseyerek. evet, belki ateşim düşmüştü ama biraz daha böyle yakın durursa yeniden çıkma ihtimali çok yüksekti. kendimi geriye çekip duvara yaslandım.
"gece gece rahatsız ettim seni de Oppa. Özür dilerim"
kafasını hararetle iki yana salladı. "saçmalık. ben olmasam orada seni ne zaman bulurduk kim bilir? sen bizim de kardeşimiz sayılırsın"
kardeş diyorsun... hmmm... bozuntuya vermeden gülümseyip odama yöneldim. içeri yavaşça adım attığımda Donghae uyandı.
"Özür dilerim. beni yüzümden uyuyamadın"
yanıma gelip sarıldı. “annen bahsetmişti hassas olduğundan. hasta olma ihtimalin olduğunu biliyordum ve Eunhyuk'tan odanı dinlemesini istemiştim"
"o yüzden gecenin köründe uyanıktı yani... hepinizi rahatsız ediyorum böyle"
yüzüme kaşlarını çatarak baktı. "sen bana emanetsin. onlar da bunu biliyor. bunları düşünme. hadi kahvaltı yapalım"

******

Ölüm sessizliği gibiydi ortam. Ben ve Kyuhyun konuşmayınca evde ses çıkmıyordu resmen. Leeteuk oppa bir bana bir Kyuhyun’a bakıp kendi kendine mırıldanıyordu ama kimsenin ne olduğuna ya da geceki olayın nasıl çıktığına dair bir fikri yoktu. Tabağımdaki yemeği didiklerken diğerleri çoktan yemişlerdi bile. Beni beklemeden masadan kalkıp işlerine gittiklerinde masada yemeği didikleyen ben ve tabağını izleyen Kyuhyun kalmıştık. Çaktırmadan göz ucuyla baktığımda göz göze geldik.
“Mine… ben…” diye fısıldadı. “konuşmamız lazım”
Kafamla onaylayıp yerimden kalktım. “Abi, ben eve gidiyorum. Uykum var”
"tamam. dikkatli ol"
Sessizce evden çıkıp alt kata inerken Kyuhyun da arkamdan geliyordu. Normal şartlar altında Donghae’nin ikimizi tek eve yollaması imkansızdı ama muhtemelen geçen gece olanlardan sonra konuşmamız gerektiğini düşündüğünden bir şey dememişti. İçeri girince L koltuğun kısa kenarına oturup, dizlerimi kendime çekip kollarımı bacaklarıma sardım.
“Mine geçen gece öyle demek istememiştim. Ama benim yüzümden böyle olunca… neyse… özür mahiyetinde istediğin bir şeyi yapmaya karar verdim. Ne istersen…”
Kafamı yavaşça sallayıp ellerimi incelemeye başladım. Sessizliğim sinirine dokunmuş olmalıydı ki kafama yastık atıp “beni dinliyor musun!” diye bağırdı. yastık darbesiyle kafamı kaldırıp yüzüne baktım. “tamam. Düşünüyorum ne istediği… ahh… buldum. Benimle bir gün geçir!”
İsteğimi duyduğunda yüzünde oluşan ifade kesinlikle görülmeye değerdi. Muhtemelen yanlış anladığını düşündü ama yine de şok oldu. Cümlemi yavaşça tekrar ettim. “benimle buluş”
“ne?”
“ben daha önce hiç buluşmaya gitmedim ve haftaya Alain’le buluşma ihtimalim var. Buluşmalarda ne yapılır bilmem için benimle bir gün geçir!”
“ben… Donghae Hyung… olmaz… ölmek için çok gencim”
“ya! Ne istersen demiştin! Hem ben Donghae’ye söylerim. Öldürmez seni” dedim gülümseyerek. Sonra da olumlu cevap vermesi için Tweety bakışlarımı kullandım.
“sadece hyung izin verirse. Başka türlü imkansız”
Tamam. Bu da bir şeydi. Yani her ne kadar Donghae’ye bunu nasıl söyleyeceğimi düşünmemiş olsam da bir yolu olmalıydı. Mutlaka.
“tamam. Sen uygun günü söyle. Ben ayarlarım izni… yani umarım ayarlayabilirim...”


selaaam! ben geldim. yeni bölümü uzun zaman önce yazmış olmama rağmen şu anda yayınlama sebebim trip atmak falan değil. kesinlikle öyle değil! sadece sonraki bölümlere bağlı olarak ufak değişiklikler yapmam gerektiği için biraz beklettim. yanlış anlaşılmasın diye açıklayayım dedim. neyse. hadi ben kaçtım, 8. bölümde görüşürüz Angel Angel
clock10-07-2015, 02:29 AM
Yorum: #15
Çok iyiydi yine Smile
Heyecanla beklemedeyim Smile
clock10-07-2015, 03:28 PM
Yorum: #16
Unni yine süper bölümdü heyecanla devamını bekliyorum heechul oppa yı daha fazla görmekte güzel oldu Wink
clock10-12-2015, 07:51 PM
Yorum: #17
8. BÖLÜM – TANIYORMUŞ GİBİ



Bugün büyük gündü. Hayır, hayır. Buluşma günü değil, MusicBank diye bir şeye çıkacaklarmış galiba. Donghae adeta kolumdan tutup zorla beni de götürdü. Kalabalıktan nefes alamazken ne izlememi bekliyordu bu acaba?
Herkes deli gibi çığlık atarken benim ortada kazık gibi dikilmem tabi ki sinir bozucuydu ama neden çığlık attıklarını anlayamıyordum. Saatlerce orada dikilip, şovun bitmesini beklemekten başka yapacak bir şeyim yoktu. Bizimkiler de zaten en son çıkmışlardı. İki şarkı söylediler. Pardon. Tek kelimesini bile anlamadığım iki şarkı söylediler. İlk kez onları canlı izliyordum ve daha önce fark etmediğim bir şey fark ettim. Heechul oppa şarkı söylerken çok havalı oluyordu. İlk şarkı boyunca gözümü alamadım desem yalan olmazdı. ve bir de şu vardı ki Eunhyuk Oppa gerçekten dans tanrısı olabilirdi. dans etmek bir erkeğe nasıl böyle yakışabilirdi ki? izlerken resmen nefesim kesilmişti. bunlar ilk şarkı boyunca hissettiklerimdi. ikinci şarkı… Kahkaha atasım geldiyse de yanımda kendinden geçercesine bağıran kızların yanında yapamadım…

Şov bitince bana vermiş oldukları kartla arka tarafa gidip fanmeeting odalarına girdim. tabi yanımda iki tane çılgın fanla beraber. Aralarında kapıyı kim açacak diye tartışrlarken ben laps diye açıp girince mecburen ardımdan geldiler. beni gören Eunhyuk Oppa yanımıza gelip selam verdiğinde kızlar galiba nefessiz kalmıştı. tabi benim de nefesim kesilmedi desem yalan olurdu ama en azından 10 saniye kadar durduktan sonra "ayyy" diye bağrışmamıştım onlar gibi. Eunhyuk Oppa'nın üzerine cuk oturup tüm karın kaslarını gözler önüne seren tişörte bakmamaya çalışırken odadaki tanımadığım yüzü farkettim. Kaşlarımı çatarak bakarken kızlar "prince menajer de burada!!" diye fısıldadılar. Prince Menajer dedikleri o muydu? adının hakkını veriyordu. ben saf bir şekilde girişte dikilirken kızlar bizimkilerin yanına gidip fotoğraf çekip, muhabbet etmeye başlamışlardı ama ben hala menajerle bakışıyordum. yanında duran Leeteuk'a bir şeyler sorduktan sonra bana bakmaya devam etti. gerginlikten ölecek gibi hissediyorken birisi omuzlarımdan ittirerek ortalarına götürdüğünde Donghae “eee? Nasıldık?” diye sordu hevesle. Yüzüne bakıp yorum yapmak istemiyordum ama daha önce içimde kalan kahkahamı tutamayıp gülmeye başladım. Her ne kadar durmak istediysem de yapamıyordum. Dakikalarca kahkaha attıktan sonra cevabımı duymak istemediklerine emindim ama yine de cevap verdim.
“eğlenceliydi” dedikten sonra Heechul oppaya döndüm ve “oppa, çok havalıydın. Seni ilk orda görseydim sanırım aşık olurdum” diye eklediğimde Donghae içmekte olduğu suyu sırtıma püskürttü. Ona ters bir bakış atıp diğerlerine gülümsedim. Eunhyuk Oppa’ya dans tanrısı olduğunu söylemek istiyordum ama o iki fan yakasına yapışmıştı. Kaşlarımı çatıp Donghae’ye döndüğümde kızlar izin isteyip odadan çıkarken benden de gitmemi istediklerini anlamıştım. sessizce selam verip odadan çıkarken Donghae bana sarıldı ve sessizce "direk eve git" diye fısıldadı. sanki gidebileceğim başka bir yer varmış gibi... beni bıraktığında odanın kapısında ergenlik çağında gibi görünen birisi duruyordu. tanıdık yüzü vardı ama kimdi bu?
"Henry! geldin mi?"
kapıda dikilen çocuk, adı Henry olan, kocaman bir gülümsemeyle bakarken ben felç geçirmiş gibi dikilmekle meşguldüm. nasıl bu kadar... anlatılamaz yaşanır dedikleri şeydi bu. hala heykel gibi dikilmekte olan bana baktığında göz göze geldik. nefessiz mi kalmıştım sanki? elini kaldırıp "hi!" dedi. bana mı demişti? elimi zorlukla kaldırıp kendimi gösterdim. gülerek yanıma geldi ve sarıldı. Donghae uyarı mahiyetinde öksürürken Henry kulağıma "seni eve götürücem, beni bekle kapıda" dedi.
benden ayrılıp farkedilemeyecek şekilde beni kapıya doğru ittirirken odadakilere performans hakkında bir şeyler söyledi. Kapıyı arkamdan kapattığımda şok geçirmiştim. O kimdi? ayaklarımı sürüyerek dışarı çıktım ve kapıda beklemeye başladım. bekle demişti sonuçta.
10 dakika sonra ağrıdan zonklayan ayaklarıma dayanamayarak yoldan bir taksi çevirmeye karar vermiştim. bu saatte ayakta durma ihtimalim olan hiçbir şey yapmak istemiyordum. taksi için bakınırken telefonum çaldı.
"efendim abi?"
"eve seni Henry götürecek. yolun karşısındaki taksideymiş. dikkatli git"
"tamam"
yolun karşısındaki taksiye doğru ilerledim. Gerçekten de takside beni bekliyordu. yavaşça arka koltukta yanına oturdum.
"selam ben Henry" dedi şeker tadı bırakan sesiyle. ağzımı zorlukla oynatarak "Mine" dedim. duyduğunu bile zannetmiyordum ama "biliyorum, hyung bahsetti" dedi. kim olduğumu biliyor muydu yani? "aynısın" diye ekledi. kafamı öne arkaya sallamakla yetindim. bu cümleyi çok duymuştum. yol boyunca sessiz bir şekilde oturdum. ne konuşacaktım ki? ne anlatabilirdim? aslında sormak istediğim bir sürü şey vardı. mesela o kimdi?
"kim olduğumu sormadın?" dedi birdenbire. düşüncelerimi mi duyuyordu bu? ve neden İngilizce konuşmuştu? Gözlerimi belerterek bakarken cevap veremedim. "ben de gruptayım. Yabancı değilim yani" dedi. Kafamı sallarken "yabancı olsan abim burada olmama izin vermezdi zaten. tuhaf bir koruyuculuğu var" dedim ingilizce. Korece'dense İngilizce daha kolaydı benim için. gülerek yüzüme baktığında içimden lavların aktığını hissettim.
"böylesi daha iyi. inan bana"
neden böyle bir cümle kurdu bilmiyordum çünkü yorgunluktan bastıran uykum yüzünden hiçbir şey düşünemiyordum. nedenini sorgulamak aklıma gelmemişti. esneyerek kafamı arkaya yasladığımda eve gitmemize çok olduğunu umud etsem de beni dürtmesine uyandığımda sanki daha gözlerimi yeni kapatmış gibi hissediyordum. zorlukla araladığım gözlerimle bakınırken "geldik" dedi. arabadan inmeden önce ben şapkamı ve gözlüklerimi taktım. artık yanımda onlardan biri varken böyle gezmeye alışmıştım. nedenini anlamasam da böyle olmasını istiyorlardı ve benim buna saygım vardı. kafama kapattığım şapkamı sonuna kadar çekip hızlı adımlarla önden binaya girdim ve giriş imzamı atıp eve çıktım. Henry'nin burada mı yoksa üst katta mı kalacağı konusunda bir fikrim yoktu. diğerlerinin ne zaman döneceğini de bilmiyordum. tek bildiğim yorgunluktan sızmak üzere olduğumdu. ve içeri adım atar atmaz koltukta sızıp kalmıştım.
*****

yemyeşil bir çayır... beyazlar içinde birisi... Güneş ışıkları yüzünden yüzünü seçemiyorum... ama nedense kalbim küt küt atıyor... uzaktan birisinin adımı söylediğini duyuyorum... ve sonra birisi beni sarsmaya başlıyor...
Gözlerimi açtığımda tepemde dikilen Eunhyuk Oppa’ya bakakaldım. saat kaçtı acaba? hava hala aydınlanmamış olduğuna göre uyuyalı çok olmamıştı.
"yatağında uyu Mine. Burada boynun tutulur"
omuz silkip arkamı döndüm ve uyumaya devam ettim ama yine omzumu sarsmaya başladı. bir süre aldırmadım ve o da zaten durdu. sonra birdenbire kendimi birisinin kollarında bulduğumda Kyuhyun’un yüzü dibimde duruyordu.
"hyung dürtmekle kalkmaz o" dedi ve yarı uykulu halde kollarına tutunan beni odama götürdü. yatağıma bırakırken "biraz kilo al, kemiklerin sayılıyor" dedi ve sessizce çıktı odadan.
bunun bir rüya olduğunu düşünüyordum. en azından sabah uyanana kadar... gözlerimi odamda açtığımda rüya olmadığını anlamam 10 dakikamı almıştı. dün beni Kyuhyun odama kucağında taşımıştı! hani burada yakınlaşma olmazdı! Donghae öyle demişti!
yüzümü yıkayıp salona gittiğimde koltukta birisi yatıyordu. kahverengi Amerikan traşı saçları... Henry!! Allah’ım!! Mutfaktan gelen seslerle transtan çıkıp mutfağa gittim. Kyuhyun? ne oluyordu burada? kaç aydır uyuyordum ben? sanki sezonluk dizinin 5 bölümünü kaçırmışım gibi hissediyordum.
"Günaydın oppa"
kafasını kaldırıp yüzüme dik dik baktı. evet, bana da günaydın. yine ne yapmıştım da böyle bakıyordu acaba?
"oppa?"
"hmm... sana da günaydın... kahve?"
kafamı iki yana sallayıp, bi ton para vererek aldığım siyah çaydan hazırlamaya başladım. acaba neden böyleydi? fark etmeden bir şey mi yapmıştım?
"acaba bu kez ne yaptım? ayy, kafam uykusuzluktan sarhoş gibi..." diye Türkçe sayıklanırken o çoktan mutfaktan çıkmıştı. çayı demlenmeye bırakıp arkasından gittim ve tam odasına girerken onu durdurdum.
"oppa? bir şey mi oldu? yani bir şey mi yaptım fark etmeden?"
yüzüme büyük bi kayıtsızlıkla bakıp “neden sen bir şey yapmış olasın ki?" diye sordu. Aslında haklıydı. ben neden üzerime alınmıştım ki? morali başka bir şeye bozulmuş olabilirdi yani.
"benim yüzümden değil yani? peki..."
omuz silkip odasına girdiğinde arkamdan tuhaf bir ses duydum. ahh, adı neydi? şu radyo programı falan var... Ryeowook? sabahın köründe ne arıyordu burada acaba?
sabah şekeri tadında gülümsemesine karşılık "Günaydın" dedim sessizce. aynı şekilde cevap verip bir şeyler mırıldanarak Eunhyuk Oppa’nın odasına gitti. bugün herkeste bir tuhaflık vardı.
"acaba ben dün içtim de hatırlamıyor muyum? ama ben içmem ki..."
kafama inen darbeyle kendi kendime konuşmayı bıraktım. Gerçekten bu sabah herkes bir tuhaftı.
Sungmin oppa "ne konuşuyorsun kendi kendine?" diye sordu gülerek. Kafamı iki yana sallayıp "delirdiğimden konuşuyorum..." dediğimde kaşlarını çatıp "neden delirdin?" dedi.
"bu sabah herkes bir tuhaf davranıyor. önce Kyuhyun, sonra Ryeowook şimdi sen... bir de salonun ortasında yatan Henry var tabi..."
hımlayarak mutfağa gitti ve "çayından içebilir miyim?" diye bağırdı. konu değiştirmek için güzel taktik ama yemem ben bunları. Arkasından mutfağa gittim ve kapıya yaslanarak en sert bakışımı takındım. yüzüme gülerek baktı ve "ne? bilmiyorum dertlerini. gerçekten." dedi.
"oppa ufak at. hiçbir şey bilmeyen tek insan benim bu evde. hadi amaa... anlat. LÜTFEN!!"
kafasını iki yana sallayıp iki fincan çayla beraber mutfaktan çıktı. Arkasından gittim. önden Kyuhyun'un odasına girdi. ben tabi kapıda yusuf yusuf oldum birden. adım atamıyordum. o ilk zamanlardaki rahatlığım resmen buhar olmuştu. Sungmin’in bakışıyla içeri girdim ben de. elime fincanımı tutuşturdu ve Kyuhyun’a dönüp "işkence etmeyi bırak da söyle dedini kıza" diyip gitti. Arkasından kapanan kapıya bakakaldım önce, sonra tırsarak Kyuhyun’a baktım ve konuşmasını bekledim. uzun süre yüzüme dik dik baktı.
"o yabancıyla işler nasıl?"
"i- iyi... Aslında iki gün içinde buluşmayı planlıyorduk..."
"peki Henry?"
"nasıl yani? ne olmuş Henry'e?"
"dünden beri gözün ondan başkasını görmüyor da... ondan sordum..."
Henry... bunu nasıl açıklayabilirdim ki? Henry benim için öyle birisi değildi. sanki onu tanıyormuşum gibi hissediyordum. omuz silktim ve konuyu değiştirdim.
"sen neden bunu merak ettin? sonuçta abim onunla eve gelmemin bir sakıncası olmadığını düşünüyor..."
ifadesiz yüzü değişmedi ve omuz silkip odadan çıktı. Anlamıyordum. hem de hiç. Bunun benimle derdi neydi!? bir sıcak bir soğuk... bir bakıyorum arkadaşım gibi, bir bakıyorum düşman... Arkasından uzun süre kapıya bakakalmış olmalıydım ki Sungmin Oppa çekinerek kafasını içeri uzattığında kendimi bir filmden çıkmış gibi hissettim.
"Mine? ımm..."
"gerçekten onun derdi ne? neden bana böyle davranıyor?"
Sungmin Oppa şaşkınlıkla gözlerini belertip "anlaşılan söylememiş" dedi. Neyi söylememiş peki?! Kafamı iki yana sallayıp odadan çıktım ve açlıktan guruldayan midemi susturmak ve bir bardak daha çay almak için mutfağa gittim. Ryeowook Oppa ve Eunhyuk Oppa mutfakta şu içinde tuhaf yeşil şeylerin olduğu çorbadan alıyorlardı. çekinerek yanlarına gidip çay aldım ve kendime özel aldığım tatlı ekmekten bir tabağa koydum.
"yüzün solgun görünüyor... sanki günlerdir şarkı söyleyen senmişsin gibi"
kafamı kaldırıp deminki cümleyi kuran Ryeo Oppa’ya baktım. zoraki bir gülümsemeyle kafamı iki yana salladım.
"fiziksel olarak değil de beynim yorgun galiba... bu arada Eunhyuk Oppa. dün sahnede gerçekten ama gerçekten dans tanrısı gibiydin! dans etmek başka kimseye böyle yakışamaz!"
Eunhyuk Oppa gözlerini belertirken hafiften kızarıyordu. hem yetenekli hem doğal hem utangaç. gel de ısırma!
ben Eunhyuk Oppa’yı izleyip kendimden geçmek üzereyken birisi arkamdan boynuma sarıldığında Donghae olduğunu düşündüm. bu evde bana öyle sarılan tek insan o çünkü. ama kafamı çevirdiğimde "hi Minah!!" diye neşeyle şakıyan Henry kolunu boynumdan çekmek yerine daha da sıktı. onu ittirip "benim adım Mine!" diye bağırdım. şu isimden gerçekten nefret ediyordum. duydukça beynimde fırtına kopuyordu sanki. vücudum titremeye başlıyordu bazen. bağırdığımda Henry şaşkınlıkla bakakaldı ve "be... ben... hatırlamıyor musun?" diye kekeledi.
"neyi?"
"beni?"
"dünkü çocuksun. beni eve getirdin falan. başka ne hatırlamam gerekiyor?"
"ahh..."
ah mı? yoksa... yok canım daha neler... neyse ne. yemeğe odaklan Mine. düşünmezsen önemi kalmaz ve sen söylemezsen kimse anlamaz çocukluğunu hatırlamadığını. nereden bilebilirler ki hatırladığın ilk anının 9 yaşına ait olduğunu... yemek ye Mine. umursama ve ye.

******

tüm o konser şeyleri o kadar yoğundu ki haftalardır eve neredeyse hiç uğramıyorlardı ve bu durum beni Cho Ara ile takılmaya mecbur bırakıyordu. evet. benim de kendimden güzel kızlarla takılmak konusunda sorunlarım vardı. Özellikle de bu kişinin kardeşi bana tuhaf davranıyorsa, daha bi sorunlu oluyordum. mesela her hareketine surat asmak, geldiğine pişman edecek kadar sessiz kalmak, evden burnunu bile dışarı çıkarmamakla başlayan şeyler gibi... ileri safhaları bilmek istemezsiniz. bir keresinde karşımdaki o kadar sinirlenmişti ki neredeyse dayak yiyecektim. bu kez tabi ki o kadar ileri gitmeyecektim ama en azından bir daha gelmemesini sağlayacak kadar baskı yapsam yeterdi. en azından ben öyle düşünüyordum.
Ara eve geldiğinde tembelliğimin zirvesindeydim. iki gündür kanepeden sadece temel ihtiyaçlarım için kalkıyordum ki bu duş almayı içermiyordu. sıcak hava etkisiyle beraber masadaki kirlilik muhteşem görünüyordu. ben bile kendimden tiksinmişken Ara yanıma gelip beni zorla banyoya soktu. çıktığımdaysa ev kısmen toparlanmış ve normal dağınıklığına gelmişti. banyodan çıktığımı görünce gözlerini devirdi.
"beni böyle şeylerle başından savamazsın Mine. abine seninle ilgileneceğime söz verdim ve ben bir söz verdiysem tutarım. her neyse. ne yapmak istersin bugün. ah! biraz tarihi mekan gezelim mi? Kyu'nun makinesini alıp çılgın fotolar çekebiliriz. hadi!"
ya ya. Kyu’nun makinesi ve çılgın fotolar ve ben. Muhteşem olurdu. poflayarak kanepeye çöktüm.
“canım hiç istemiyor. Aslında ben çok sıkıldım. işe yaramak istiyorum. boş boş gezmek ve Donghae’nin parasını yemek değil. bunun için bir önerin varsa zevkle dinlerim ama yoksa lütfen benimle vaktini harcama"
kafasını sallarken yüzüme sanki dünyanın en muhteşem fikrini bulmuş gibi bakıyordu.
"Aslında bir fikrim var!"


selamlar Smile okulum aslında bayramdan önce başlamıştı ama ben anca adapte olma aşamasına geldiğimden kendime gelip bir hikayem olduğunu ve okurlarım olduğunu hatırladım. gecikmelerim için çok ama çok üzgünüm Sad ve okuduğunuzu bilmek beni çok mutlu ediyor. güç kaynağımsınız Wink 9. bölüme isim bulduğumda görüşürüz Angel
clock10-12-2015, 11:14 PM
Yorum: #18
çok sabırsızlandım hakikatten merak ediyorum sonunu nolur çabuk yaz unni Sad
clock10-13-2015, 01:17 AM
Yorum: #19
unnim ellerine sağlık 9. bölüme bi an önce isim bulup paylaş merak ettim Big Grin
bu arada henry de aramıza katıldı Big Grin çok mutlu oldum heechul da daha fazla gözüküyo Smile
cho ara ne iş buldu ?
mine ile henry arasında neler var?
aklımda bir sürü soru işareti oldu
merakla diğer bölümü bekliyorum Wink
clock10-13-2015, 01:31 AM
Yorum: #20
_aurora_ senin kalemini çok beğeniyorum gerçekten Smile
Burada iki yazarın hikayelerini çok severek okudum ve bitirdim ki birisi sensin Smile
Emeğine sağlık ama daha çok Siwon görsek fena olmaz hani Wink








Yararlı linkler: KT Kuralları, Kore, Kore Dizileri, izle

Deneme bonusu - bahisnow - casinoslot - deneme bonusu - deneme bonusu veren siteler
melbet - dinamobet - süpertotobet - betsmove - casino siteleri - hansenmedical.com
casinoproffen.com - favorislot - https://www.phillwebb.net - aseansec.org


Site içerik sağlayıcı: Koreanturk.com (Official)